Ahmet Genç

Ahmet Genç

Bir Töre Bin Kurban: Esra

Bir Töre Bin Kurban: Esra

Her haber bir hayat hikâyesidir.

Bazı hayatlar da haberdir.

Ve bu haberler kimi zaman düşenin, kimi zaman tutunamayanın, kimi zaman tutulmayanın, sesi duyulmayanın, çığlığını duyuramayanın, kimi zaman da kendisine bir yer bulamayanın haberidir.

Bu nedenle yapılan bazı haberlerin etkisi kolay kolay geçmez. İşte muhabirliğin en zor tarafı budur; haberini yaptığınız hikâyenin bir parçası olmak...

Habere her şey yazılamaz, habere duygular tam anlamı ile yansıtılamaz. Bu nedenle muhabir, anlatamadıklarını içinde yaşar. Yazamadıklarını yüreğinin en kuytu derinliğinde saklayarak belki de bir ömür uykusuzluğa kucak açar.

Her yeni gün muhabir için karalanmayı bekleyen beyaz bir sayfadır. An gelir gülücüklerle rengârenk boyanan eğlenceli yaşamlar, an gelir her anı yürek burkan, iç sızlatan ahlarla dolu yaşamlar…

Yeni güne ‘Bismillah’ diyerek uyanmıştım. Bir önceki gün gündeme dair konularla ilgili bir haber çekecektim. O günkü programım belliydi ancak bazı günler, aniden yaşanan gelişmeler programımın değişmesine neden olabiliyordu. Çünkü hayat tasarılarınızın dışında sürprizlere gebedir.

Tam da böyle bir günü yaşamak üzereydim. Aslında muhabirliğin doğasında var; yeni güne başlarken uykusuzluğuma mal olacak bir haberin kokusunu alır gibiydim.

Gelen her telefon, verilen her ihbar farklı bir renge boyar muhabirin kalbini, habere göre ritmi değişir nabzının ve muhabirin bazen nefes alışı artar, bazen yüreği daralır ve bunaldıkça bunalır.

Telefonumda tanımadığım bir numaradan gelen ihbar hiç de yazmaktan ve çekmekten haz etmediğim türdendi.

Cinayet!

Konuyu araştırmak için ben ve arkadaşlarım dört koldan bilgi toplamaya başladık. Ancak yeterli bilgiyi elde edemeyince, olayın yaşandığı ama bizim bilmediğimiz eve doğru yola çıktık.

Yavuz Mahallesi’nde bilmediğimiz bir evdi yalnız kıyametin koptuğu yeri bulmak zor değildi. Ne yaşandı ne bitti bilmiyorduk. Kim bilir hangi kader düğümlenmiş, hangi yaşam son bulmuştu.

Zaman geçtikçe olay netleşmeye başlıyordu, öğrendiklerimiz inanılacak türden değildi. Bazen kulaklarının “yanlış duydum!” demesini istersin.

Yaşananları duydukça yüreğimizde kopan fırtınanın dehşeti de o denli artıyordu. Bir yandan haberi çekmeye çalışırken, diğer yandan öğrendiğimiz vahşetin, sersemleten şaşkınlığını atlatmaya çalışıyorduk.

Her şey, Cihannur adlı gencin Şanlıurfa’ya vatani görevini yapmak için gitmesiyle başlar. Askerliğini yaptığı sırada Esra ile tanışır Cihannur. Askerlik boyunca yüreklerini birbirine açan bu iki genç evlenmeye karar verirler. Ancak Urfalı aile bu evliliğe çeşitli nedenlerle şiddetle karşı çıkar. Evlenmek için her yolu deneyen Cihannur ve Esra ailenin net tutumu karşısında çareyi kaçmak da bulurlar.

İki ırmak, kar gibi eriyen bu iki kalp, elbette yolunu bulup akacaktı. Hele ki ayrı bedende tek ruh olmuşken…

Ailenin inadı Fırat’ın ve Murat’ın önüne çekilmiş bir setti. Oysa akan bir suya “dur” denemezdi.

Biri Fırat öteki Murat’tı… Murat ne yapıp edip Fırat’a akıp karışacak ve uçsuz bucaksız çöllere can taşıyacaktı. Ve öyle de olmuştu.

Ağrı’ya gelen Cihannur ve Esra çifti, güzel bir düğünle dünya evine girerler. Davullar, zurnalar, halaylar, gülen çocuklar ve birbiri için tutuşan iki kırık kalp…

Esra da tedirginlik eksik olmaz yine de. Ailesini çiğnemiş, töreye karşı çıkmış ve önünde aşılmaz gibi duran engelleri yıkıp geçmişti. Ailesinin başını öne eğmişti Esra. Büyük mutluluğunun üşüten gölgesi buydu işte. Suçluydu çünkü sevmişti. Hem de ölesiye…

Düğün yapılmış, Esra ve Cihannur muratlarına ermişti. Mutluydular. İki ırmak birleşmişti âşıklar çölünde. Yalnız hep bir hüzün vardı Esra’nın yüreğinin gizli köşesinde.

Aradan bir iki ay geçtikten sonra Esra, yaptığı test sonucunun pozitif çıkması ile hamile olduğunu öğreniyor, mutluluğuna mutluluk ekleniyordu. Bu haberin ardından kardeşinden gelen telefonla Esra adeta havalara uçar. Arayan Ferhat’ıydı. Canıydı, kanıydı, ağrıyan yanı ve dinmeyen sızısıydı. Esra havalara uçuyordu. Bir an duyduklarına inanamamıştı çünkü en sevdiği kardeşi Ferhat ablasını affetmiş ve yanına geleceğini söylemişti.

Ablasına kendisini çok merak ettiği bu yüzden Ağrı’ya gelmek istediğini söyleyen Ferhat, ablasını kandırmayı başarmıştı.

Yürek paresi, kardeşi, Ferhat’ın aslında kendisinin cellâdı olacağını nereden bilebilirdi.

Ey alın yazısı, ey kader!

Her mutluluğun üzerinde bir gölge olmak zorunda mıydı? Mutluluklarına kara bir gölge olarak çıkagelmişti Ferhat.

Ailesi ile birlik oturan Kaya ailesi, Urfa’dan gelen misafirlerini en iyi şekilde karşılar ve ağırlarlar. Sinsi misafir, planını uygulamak için tam dört gün bekler.

Koca dört gün…

Ve içindeki bu canavarı dört gün boyunca gizler.

Kinini ve nefretinin kılıcını biledikçe biler Esra’nın güzel günlerini boğazlamak için…

Evde kimsenin olmamasını fırsat bilen kardeş Ferhat, ablasını tam namaz kılarken secdede sırtından “namusumuzu kirlettin” nidalarını ata ata altı defa bıçaklar. Adeta altı ok saplar; namus, ar, haysiyet, onur, şeref ve töre diyerek…

altı bıçak darbesi temizlemişti bunları. Ferhat’ın namus anlayışı buydu; onun için namus sevmek değildi, yaşatmak değildi.

Oysa sevmek yaşatır, öldürmezdi. Şimdi Ömer’i secdede öldürenin ne farkı vardı Ferhat’tan?

Seslere koşan kayın baba Salih'te olayı gördüğü gerekçesiyle gözleri dönmüş Ferhat tarafından bıçaklanır, o da Ferhat’ın nefretinden nasibini alır ve yere yığılır.

Ferhat pişmandır ölesiye. Ablasının başını kaldırır ve ablasını kollarına alır. Bütün bu yaptıklarına rağmen ablasının göz bebeklerine karışır, adeta son bir af pırıltısı arar ve merhametine sığınır Esra’nın kara gözlerinin.

Esra’nın mutluluğuna karanlık bir sis gibi çöken Ferhat, adeta son bir merhamet diliyordu.

Ablası kollarında olan Ferhat, kaçmak isterken komşular tarafından yakalanır.

Olayın tüm detaylarını öğrenmiş ve evdeki görüntülerle birlikte haberi tüm Türkiye’ye duyurmayı başarmıştık. Ancak yaşananlar zihnimden silinecek gibi değildi. Her anı, her ayrıntısı dehşet vericiydi.

Bir seccade, altı bıçak yarası, bir töre, bin kurban yine bir Esra…

Nasıl olur da bir kardeş, dört gün misafir kaldığı evde duygularını belli etmeden dört koca gün sabrederek hamile olduğunu bildiği ablasını hunharca öldürebiliyordu! Hem de ne kadar mutlu olduğunu göre göre…

Nasıl bir vicdan ki yüzünü Allah’a dönmüş ve bedenini ona teslim etmiş birini sırtından defalarca bıçaklayabiliyordu.

Bu nasıl bir vicdandı?

Bu nasıl bir karanlıktı?

Değil mi ki insan evrenin yarasıdır.

Değil mi ki insan beyazın üstünde bir lekedir!

Bunun gibi nice sorular, aklımdan çıkmıyordu.

Yorgun ve düşüncelerle gece nasıl uyuduğumu bilmeden Esra’ya hayıflanarak geçirdim.

Sabah uyandığımda hala etkisinden kurtulmadığım bu olayı tüm çıplaklığıyla bilmek istiyordum.

Aileye başsağlığı dileğinde bulunduktan sonra taziye yerinin Cihannur ve Esma’nın yeni taşınacağı ev olduğunu öğreniyorum. Bir an içim gidiyor. Allah’ım bu bir haber miydi yaptığım yoksa önüme serilen acı bir hikâyenin okları mıydı yüreğime saplanan?

Cihannur Kaya, üzgün, kırık ve yıkılmış bir şekilde:

“Esra bu eve taşınmayı çok istiyordu. Tam bitmek üzereydi. Mutlu yuvamız, taziye evimiz oldu” diyordu.

Yüreği yaralı bir güvercin gibi titremişti sanki bunları söylerken.

Cihannur, Esra’ya olan sevdasını anlatırken, yazılan bir günlükten bahsediyordu. Esra yaşadıklarının hepsini günlüğüne yazıyormuş.

Bunu öğrenince Cihannur’dan yeni kurulan dostluğumuza binaen günlüğü rica ettik. Günlükten çıkacak detaylar haber için çok önemliydi.

Eşinden kendisine kalan tek hatırayı verip vermemekte kararsızdı, Cihannur. Günlüğün başına bir şey gelmesinden korkuyordu haklı olarak. Zira Esra’sının nefesine, aşkına, gözlerine, kokusuna duyduğu hasreti bu günlükle dindirebilirdi ancak. Günlüğün başına hiçbir şey getirmeyeceğimize onu inandırarak günlüğü alabilmiştim. Oldukça heyecanlıydım ve biran önce ofise geçerek günlüğü okumak için sabırsızlanıyordum. Hiç kimsenin beni rahatsız etmemesi için kapıyı da kilitlemiştim üzerime. Çünkü bu sadece bir haber değildi. Benim coğrafyamın kanayan yarasıydı.

Zamanım kısıtlıydı ve biran önce Cihannur ile Esra aşkının yer aldığı günlüğü okumalıydım. Elim de yüreğim gibi titriyordu günlüğü okurken. Esra kendisini şansız bir insan olarak tanımlıyor ve Cihannur’u tanıyarak şansının döndüğünü ve buna bütün kalbiyle inandığını yazıyordu.

Sevgisini sürekli haykırıyor ve bu yolda ölmeye hazır olduğunu belirtiyordu. Ailesinin karşı çıktığı zamanlarda bile “Senin olmazsam canıma kıyacağım. Allah beni affetsin!” diyecek kadar büyük bir aşk yaşamıştı. Öyle ya ölesiye sevmişti ama kendisinden öldüresiye nefret edildiğini bilmeden.

Esra günlüğünde kendisini öldüren kardeşinden övgüyle bahsediyor, kendisini en iyi Ferhat’ın anladığını söylüyordu.

Kardeşinin de yaşadığı büyük aşktan dolayı kendisini anladığını belirten Esra, günlüğüne şu ifadeleri yazmıştı:

“Dün kardeşim Ferhat geldi, sürpriz yaptı bize. Ama çok sevindik. Çünkü onu çok özlemiştim. İyi ki geldi canım kardeşim ya. İçlerinde beni en iyi anlayan kardeşim Ferhat’tır. Bana hep şunu söyler:

‘Düşenin halinden düşen anlar diye’ Çok doğru söylüyor valla. Çünkü oda çok sevdiği için beni anlıyor. Of ya! Canım çok sıkılıyor. Ferhat’ın telefonundan müzik dinliyorum. “Hasretimsin” diye bir parça ama çok güzel! Tam aşkıma karşı duygularımı anlatıyor”

Günlüğünde eşi Cihannur’a olan aşkını anlatan Esra:

“Sevgili günlüğüm, neredeyse bir ay oldu sana yazmayalı. Bu süre içerisinde öyle şeyler oldu ki, anlatılması gerçekten uzun sürer. Biliyor musun günlük? Ben şuan neredeyim? En çok olmak istediğim yerde, bir tanem, Cihannur’un yanındayım. Şuan tam başucumda, yanımda uyuyor. Kurban olurum onu bana layık görene. Neyse günlük nasıl kavuşup evlendiğimizi anlatayım. Sende biliyorsun çok olaylar oldu, çok şey yaşadık. Bebeğim ile her şeyin en başından güzel olması için elimizden geleni yaptık ama olmadı. Kimse feryadımızı duymadı. Duydular ama anlamadılar. Baktık ki güzellikle olmuyor, kimse yardım da etmiyor. Ben ve Cihannur bir karar aldık ama yemin ediyorum ikimizin de aklında bu yoktu, aniden oldu. Kararımız kaçmaktı ve bize bıraktıkları tek çare kaçarak evlenmekti. Cihannur aslanlar gibi elimden tuttu ve kaçırdı. Çok da iyi yaptı. Şuanda çok mutluyuz.”

Kendimi bir Yeşilçam filminin ortasında hissediyordum. Böylesi güzel ve temiz bir aşkın evlilikle sonuçlanması, sonrasında yaşananlar gerçekten de bir film gibiydi. Yine mutlu son değildi. Acıydı, soğuktu, mezardı, karaydı, ölümdü…

Okuduklarım Esra ve Cihannur’un yaşadıkları temiz aşkı ve yaşanan cinayeti net bir şekilde anlatıyordu. Acısını günlüğüne öyle bir kazımıştı ki sanki kalbini koparıp beyaz sayfalara bırakmıştı.

Esra, her şeye rağmen ailesini çok özlediğini ve onları çok sevdiğini yazıyordu günlüğünde. Bilemezdi ki en sevdiği kardeşi katili olacaktı. Elimde olsa haykırmak isterdim dünyaya:

“Ölen sadece Esra mıydı?

Hayaldi,

Umuttu,

Aşktı,

Gençlikti,

Yaşanacak güzel günlerdi.

Oysa bir yaşam ardında bir cinayet

Sonra bin ölüm vardı.

Her şeyi kendisine sığdıran dünya,

Esra’nın kalbine yetememişti… “

Bu yazı toplam 560 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmet Genç Arşivi