Mongala'da öğretmen olmak
Ağrılı yazar Halit Aldemir, genel olarak öğretmenlerin yaşadığı sorun ve karşılaştıkları sosyal olayları mizahi bir dille kaleme aldı.
‘Geri kalmış ülkelerin yaşadığı bütün sorunların, biz öğretmenlerin sorunu olduğundan da eğitim sorunlarının, yetersiz öğretim programlarından ve öğretmene değer verilmeyişinden kaynaklandığını da söylemeye gelmedim. Anı yarışmasına gönderdiğim yazımın birinciliğe değer görülmesinden onur duydum. Saygılar sunarım.’
Buydu ödül töreninde yapacağım konuşma. Salondakilerin ‘hiç de bir şey söylemedi.’ Bazıları, ‘ söylenebilecek bir şey bırakmadın ki’ dediklerini duyar gibiyim.
Ödül verilmeden önce, öğretmenler arası anı yarışmasında birinci olan yazının okunacağı duyuruldu, sanki. Sanki… O an biraz heyecanlandım. Yazıyı okurken vurgu ve tonlama hatası yapmamam gerektiğini düşündüm. Yabancı öğretmenleri temsil ettiğim düşünülebilirdi.
Okul çıkışı telefonla arandım. ‘Öğretmenler Günü programında hazır bulunmam gerektiği, anı yarışmasına gönderdiğim yazının birinci olduğu’ bana bildirildi.
Eve geldiğimde eşime anlattım. Sevindi. Aradan üç veya dört saat geçmişti ki, eşime, ‘ödül de verirler değil mi?’ dedim. O da ödülsüz olmaz sanırım, dedi.
- İnşallah bilgisayar vermezler, dedim.
Çünkü bilgisayarımız vardı.
Bu gibi durumlarda genelde, bilgisayar, kitap seti, altın vb. hediyeler verilirdi.
Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde okul müdürü olduğum dönem (2021-2025), başarılı öğrencilere, bisiklet, kol saati, müzik çalar vb. hediyeler verdiğimizi hatırladım. İdarecilerin ve öğretmenlerin katkılarıyla karşılanırdı genellikle. Bu öğrenci motivasyon programlarının birinde, hediye bisikletin hem kaliteli hem de yetişkin bisikleti olması ve diğer hediyelerin de kaliteli olmaları harçlıklarımızı zorlamıştı. Ödül töreni davetlilerimiz arasında, vali yardımcısı, emniyet müdürü, KOİK (bizdeki TÜİK gibi) temsilcisi, çevre okulların müdürleri, esnaflar, veliler ve öğrenciler vardı. Davetli olmalarına rağmen, eğitim müdürü, beş eğitim müdür yardımcısı, on eğitim müdürlüğü şube müdüründen hiçbiri katılmamıştı. Belki de hepsinin eğitimden daha önemli işleri, o güne denk gelmişti. Hem zaten, okulumuzun bazı sınıfları emniyet müdürlüğüne bazıları, KOİK’e ve bazıları da esnafa bağlı eğitim görüyorlardı(!). Ödüller vali yardımcısının dikkatini çekmişti. Ödülleri nasıl karşıladığımızı sormuştu. Kendisine anlatmıştım.
Eğer bilgisayar verirlerse, birine hediye etmeyi düşünmeye başlamıştım, öğretmenler günü kutlama programı için salona ilk adımlarımı atarken. Salon zoraki getirilen lise öğrencileriyle doldurulmaya çalışılıyordu. Salona giren her öğretmenle birlikte üç öğrenci de içeri giriyordu. Aday öğretmenler korkudan salonu terk edemezlerdi zaten. Birkaç okul müdürü haricinde, gönüllü olarak gelenler yok gibi.
Tören başladı. Amirlerimiz konuşmalarını yaptılar. Emekli bir öğretmen konuşmacı olarak çağrılmıştı (görevde olan öğretmenleri hiç konuşturmazlar. Tasarrufundan sual olunmaz ama, bir açıklaması vardır elbet). Mahalli şair diye takdim edilen yetmiş yaşlarında özgüveni yüksek bir amca, şiirimsi bir şeyler okudu.
Adaylık süreleri sonunda öğretmenliği hak edenlerin yemin töreni de yapıldı.
Artık benim iki cümlelik konuşmam ile birinci olan yazımı okuma sıram gelmişti. Oysa, ödül almak üzere çağrıldık: Bu, benim iki cümlelik konuşmamın da, ödüllü yazımı okumamın da gümbürtüye gittiğinin habercisi oldu.
Emekli öğretmen, anı yarışması birincisi, iki okuldan birer öğrenci ve öğretmenler arası halı saha futbol turnuvası birincisi takımdan üç kişi. Sahneye çıkıp emekli öğretmenin yanında yerimi aldım. Yanıma öğrenciler ve diğerleri sıralandı. Konuşma fırsatı bulduğumda, emekli öğretmene, kaç yıl çalıştığını sordum: “Kırk iki yıl” dedi, bir fısıltıyla. Kırk iki yıl içinde hiç kürsüye çıkmamış, derdini anlatamamış, çare sunamamış. Amirlerinden iltifat yerine azar işitmiş, taltif edilmemiş, ceza verilmiş. Hedef belirlenmemiş, ilgi ve yetenek yok sayılmış. Okul-ev… Ev-okul…
- Ben de otuz iki yıl, dedim.
Vali beyden ödül vermeleri ricasında bulunuldu, resmi ağızlarla. Sahnede ellerinde tepsilerle liseli öğrenciler. Tepsilerde hediye paketleri… Vali bey sahnede… Emekli öğretmenle birkaç cümlelik sohbetten sonra, tepsiden bir hediye paketi uzattı. Bana başarılar diledi, aynı hediye paketinden… Hediye paketini tutarken, pakette gömlek olduğunu anladım. Garip bir duygu hissettim. O gömlek paketini bir yerlerimde saklamak istedim. Olmadı. Atsam saygısızlık olacaktı. Ama elimde taşımaya da utandım. Bu durağan saniyeler bana saatler gibi geldi. En iyisi arkamda saklamaktı. Öyle de yaptım. Fotoğraflarda da görülüyor, ellerim arkamda ve üzgünüm. Bazen sahte gülümseyişler takınsam da… Eğitim müdürlüğünün hazırlayıp vali beye verdirdiği diğer ödüllerin neler olduğunu duymadım bile. Sahneden bir an önce inmek, eli gömlekli görünmek istemiyordum.
Üzerimde o ayıbın üzüntüsü… Kaynar sular damla damla… Gülüyordu herkes bana.
- Ben, sadece yazı yazdım.
Dediysem de kimse duymadı.
Yazdım da kimse okumadı. Birinciydi. Yazarı bir öğretmendi. Eğitim müdürlüğü bile internet sitesinde yer vermedi. Kendileri için çekilmiş birkaç fotoğrafta figüranlık yapmışız o kadar. Emek verilerek yazılmış bir yazının, ’şak’ diye çekilmiş bir fotoğraf kadar değeri olamazdı (!).
Ve ben, memleketimde yaşanan bütün sorunların biz öğretmenlerin sorunu olduğundan, eğitim sorunlarının, yetersiz öğretim programlarından ve öğretmene değer verilmeyişinden kaynaklandığını her yerde söylemeye geldiğimi söylemeliymişim.
Seyyar satıcı tezgâhlarında 10 Kongo Frangı.
- Öğretmene, işçiye, memura… Gel vatandaş gel. Ucuz gömlek bunlar, ucuuuuuz.
Bisiklet değil, kol saati değil… En ucuz müzik çalar 60 Frank…
Birlikte çalıştığımız öğretmen arkadaşlar, hedayenin gömlek oluşunu yadırgadılar. Sessiz kaldım. Eee, o zaman iyi bir gömlektir, dediler. Sustum.
Kimin ayıbını örtüyorum?
- Kara Afrika’nın.
Her öğretmenler günü geldiğinde hediye getirir öğrenciler. Hediye. Biz hediye getirilmemesinden yana tavır koysak bile. Getirirler. Yoksulluktan ya da hediye almayı unuttuğundan eli boş gelen öğrencilerin; kullanılmış, küçülmüş kurşun kalemlerinden daha değerli bir hediye olabilir mi? Birkaç tanesini kullandığını itiraf ettikten sonra, kâğıt mendil paketini hediye eden öğrencinin içtenliğine, samimiyetine, sevgisine değer biçilebilir mi? Gösterişsiz ve ‘elimden gelen budur’ un itirafı. Yargılayamazsın, suçlayamazsın, utandıramazsın. Utanırsın, yoksulluklarında bir katkın varsa. Utanırsın, eğitimlerine emek vermediysen.
Utanılmalı, öğretmenin toplumda itibarsız hale getirilmesinden.
Ama öğrenememiş, öğretmenin düşüşünün; memleketin düşüşü olduğunu. Öğretmenin susmasından medet umanlarda; ‘Susturulmuş öğretmenin en iyi öğretmen olduğunu kavrar’, kazanımı davranış haline getirilmiştir. Öğretmen konuşturulduğunda da, yetmişine kırık bir merdiven dayamıştır artık. İdealleri dumura uğramış, ateşli konuşmalar yumuşamış, kalemi boya akıtmıştır.
Emekliliğimde bana, buyur şu törende konuş deseler, giderim. Sağ olun, var olun, vatan, millet, saygılar. Hem ayakta alkışlanırım. Her gün görüyorum, kendimi bu törenlerde. Bakmayın şimdi böyle atıp tuttuğuma.
- Çekin çekin, fakir öğrencilere ayakkabı dağıtıyorum.
Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde, her seçim öncesinde öğretmenlerin itibarının önemli olduğu anlatılmaz. Sadece, öğretmenlere, öğretmenler gününde bir maaş ikramiye verileceğinden bahsedilir. O da seçimden sonra unutulur. Ardından inkâr edilir. Hatta bizde olduğu gibi, bir harf öğretene köle olunuyor, ama kürsüden ininceye kadar. ‘İlim Çin’de de olsa gidip alınız’ sözünü bilirler. Ama memleketteki dokuz yüz bin Çinliyi görmezden gelirler.
Adının yazılı olduğu bir teneke plakanın, hiçbir ekonomik değerinin olmamasına rağmen, kişiyi nasıl onurlandırdığını, işine ve başarı alanlarına nasıl motive ettiğini bilmiyor musun?
Amerika Birleşik Devletleri’nin en ünlü ve en başarılı kalp cerrahının memleketimizden çıkmış olduğunu duyduğumuzda, nasıl da göğsümüz kabarıyor. Yanlışımız var. Utanmamız gerekir. Hem de yerin dibine batarcasına.
Neden mi?
Annem:
- Lafın tamamı eşeğe söylenir, derdi
Bakmadan Geçme





