Eski dönemlermiş,
Ne yollar varmış ne de yolda gidecek arabalar...
İnsanlar at ve eşek sırtında seyhat eder, yolculukları bazen günlerce sürermiş.
Yola çıkanlar, bulursa bir handa gece konaklar, han yoksa ki hiç yok kadarmış, bir akrabaya, eşe, dosta misafir olurlarmış.
Telefonun bulunmadığı, mektubun bilinmediği, gelen gidenin olmadığı o tarihlerde uzak döşen akrabalar, yıllarca birbirinden haber alamadan yaşayıp giderlermiş.
O zamanlarda bir kız çocuğunu uzak diyarlara kocaya vermişler.
Aradan yıllar geçmiş.
Kızın çocukları evlenme yaşına varmış ama onun ne memleketinden ne akrabalardan haberi yokmuş.
Bir gün atlı bir yolcu yanaşmış kapıya.
Kadının köyünden komşusuymuş bu atlı, yol giderken gece konaklama için çalmış kapıyı...
Kadının ruhunda bahar çiçekleri açmış, yıllar sonra kavim kardeşinden haberdar olacakmış.
Aziz bir misafir gibi ağırlamış eski komşusunu...
İzzet ikram faslindan sonra muhabbete, hal hatır sormaya geçilmiş.
Kadın kardeş ve akrabaların durumunu sormuş...
Adam, duraksamış biraz, sonra;
"Alican kardeşin köye muhtar oldu..." demiş.
Kadının rengi uçup gitmiş, gözleri dolmaya başlamış...
"Alican köye muhtar mı oldu?" diye sormuş inleyerek bir daha...
"Evet" cevabından sonra başlanmış dövünmeye, hıçkırıklarla ağlamaya.
Kocası ve çocukları anlam vermemişler kadının bu davranışına...
Kocası merakla sormuş;
"Alican kardeşin muhtar olmuş, buna sevineceğine ağlayıp dövünüyorsun, hayırdır?"
Kadın, feryat figan içinde cevap vermiş:
"Eğer Alican köye muhtar olmuşsa, babamın ocağında erkek kalmamış demektir..."
Ve dönmüş komşusuna:
"Kurban olayım doğrusunu söyle bana! Alican muhtar olmuşsa diğer kardeşlerimin başına ne geldi?"