ÇAĞIMIZIN MÜZMİN BİR HASTALIĞI OLARAK AYETLERİ BAĞLAMINDAN KOPARMA KURNAZLIĞI

Prof. Dr. Mehmet Salih GECİT

Çağımız insanı nedense kendisini her konuda ve her alanda söz sahibi ve yetkili görüyor. He şeyi herkesten iyi biliyor, bir şeyi bilmek için okuma, araştırma, inceleme, düşünmeye ihtiyaç hissetmiyor, kendisi dışında bu işi bu kadar bilen birisine ihtimal vermiyor ve alanın uzmanlarına söz hakkı tanımıyor.

Eski dilde buna "CEHL-İ MÜREKKEB" adi verilirdi. Cehaletin bu türünün bu ismi Türkçe'ye tercüme edilirse "KATMERLİ CAHİLLİK" denilebilir.

İşte bu cehaletin etrafa saçtığı mikroplara yakalanmış kişiler din, iman, Kuran , Sunnet, Fıkıh, Fetva konusunda da son sözü kendilerine tanırlar ve Kur'an'ın bütünlüğünden, genel muhtevasından, iç sistemi ve iç tutarlılığından ayetler koparıp parçacı bir anlayışla temelsiz şekilde yorumlarlar. Bağlamından koparılmış âyetleri o kadar garip yorumlarla, o kadar acaip açıklamalara kurban ederler ki, burada Bediüzzaman'in başka bir grup için söylediği şu sözünü hatırlamamak mümkün değildir: "Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl birşey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır." (Tabiat Risalesi).

Çağımızın bazı grup ve güruhları bu şekilde temelsiz bir anlayış geliştiriyor, boş ve abes iddialar ileri sürüyorlar. Sünnet’i, sahâbeyi, tabiîn neslini ve selef ulemâsını devre dışı bırakmaya gayret gösteren bu tür güruhların teolojik görüşlerini dayandıracakları ve kaynağı belli olmayan ideolojilerine İslâm dini içerisinde meşruiyet kazandıracakları tek yol kalmıştır, o da Kur’an metnini yorum gücüyle evirip çevirerek istedikleri her görüşü ona tasdik ettirmek veya söyletmektir. Onlara göre geleneksel ulemâ meşrulaştırmak istediği görüşlerini peygambere söyletmişler. Fakat kendileri böyle bir teşebbüsün gerisinde kalmayacak şekilde ifade ettikleri her görüşü Allah’a söylettirdiler ve Kur’an’ı istedikleri gibi konuşturma gayretine girdiler. Böyle bir taktikle de “temellendirme sorununu” çok basit bir şekilde çözmüş oldular.

Aynı tavrı günümüz mealcileri ve modernistleri de takip etmektedirler. Onlar da daha önceki dönemlerde yaşayan yoldaşları gibi Kur’an âyetlerini bağlamından kopararak ne cuhelâ ve ne de ulemânın hiç birisinin anlamadığı anlamlar keşfetme çabasına girmişlerdir. Burada birkaç örnek vermekte fayda vardır.

Günümüz Sünnet karşıtları ve “Kur’an Bize Yeter” şeklindeki ideolojik sloganın militanları şu âyetleri bakınız bağlamlarından nasıl koparmışlar.

a. Âyet: فبأي حديث بعده يؤمنون (الاعراف:185)
Yüklenen Anlam: Resulullah’ın hadislerine inanmayın? Halbuki burada Hz. Peygamber Efendimize ait hadislerden bahsedilmemektedir. Burada Peygamberlerin vahiyden öğrenip kâfirlere söyledikleri ve peş peşe sıraladıkları deliller, hikmetler, ibretli sözlere rağmen inanmayan bu tür insanların bundan sonra hangi söze inanacaklarından bahsediliyor. Yani müşrikler bu sözden sonra artık iman getirecek değiller. Zira inat gölünde boğulmuş vaziyettedirler.

b. Âyet: لا نفرق بين احد من رسله (البقرة:285)
Onlar tarafından bağlamından koparılarak yüklenen anlam: "Tüm peygamberler fazilette eşittir. " Halbuki bu ayette böyle bir şey de yoktur. Ayetin sibak ve siyakına bakılırsa çok açık bir şekilde anlaşılır ki, Yahudiler Hz. Musa'ya inanıyor, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini inanmıyorlar. Hristiyanlar Hz. İsa' ya inanıyor, Hz. Muhammed'e inanmıyorlar. Diğer din mensupları bazı peygamberlere inanıyor, diğer bazılarına inanmıyorlar. Ayet müslümanlara peygamberler arasını ayırmayıp hepsine iman edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Ama peygamberler arası fazilet ve mertebe farkına gelince o konuda şu ayet vardır: "O peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Allah içlerinden bir kısmıyla konuşmuş, bir kısmını da derecelerle yükseltmiştir. Meryem oğlu Îsâ’ya açık deliller verdik ve onu Rûhulkudüs’le destekledik. Allah dileseydi elçilerin ardından gelen insanlar, kendilerine bunca açık delil geldikten sonra birbirine düşüp savaşmazlardı; lâkin farklı yollara yöneldiler. Bu sebeple kimileri iman etmiş, kimileri de inkâr etmişlerdir. Allah dileseydi aralarında savaşmazlardı fakat Allah dilediğini yapar." (Bakara Suresi, Ayet: 253). Demek ki iman ve hakkaniyet açısından bütün peygamberler eşittir, ama aralarında fazilet ve derece farkları vardır.

c. Âyet: انك لا تسمع الموتى ولا تسمع الصم الدعاء (النمل:80)
Bütünlükten uzak parçacı ve baglamsiz yönteme, yani cımbızlama sistemine göre ayete yüklenen anlam: Mevtaya dua edilmez, Kur’an okunmaz. Halbuki bu ayet ölü veya cenaze üzerinde dua niyetine Kur'an okumakla ilgili DEĞİLDİR. Ayet, kalbi ölü olan kâfirlerin iman getirmeyeceklerini, inada girip inkâra yakalandıklarını, Kur'an'ın diriltici mesajlarına gönüllerini tamamen kapatıp tamamen ölülere benzediklerini, dolayısıyla imana gelmediklerini "teşbih" sanatını kullanarak anlatıyor.

d. Âyet: انا نحن نزلنا الذكر وانا له لحافون (الحجر:9)
Çok bilmiş edasındaki gayr-ı mütehassıs şahısların ayete yükledikleri anlam "Kur’an korunmuştur, hadis korunmamıştır." şeklindedir. Halbuki Kuran'ın korunmuşluğu, hadisin korunmamış olduğu anlamına gelmez. Kuran'ın korunma yollarından birisi de hadislerin bizlere çok sağlam senedlerle ulaşmış olması ve Kur'an'ın nasıl anlaşılacağı konusunun hadislerin rehberliğiyle garanti altına alınmasıdır. Ayrıca her iki mesele iki ayrı meseledir ve birinin olumlu olan durumu, diğerinin olumsuz durumda olduğuna delil olamaz. Mantık ilminde böyle bir kaide olmadığı gibi böyle bir iddia tarihen de yanlıştır. Zira tarih sahabe, tabiun, selef-i Salih'in ve daha sonraki dönemlerde hadislerin nasıl rivayet edildiğini ve hangi merhalelerden geçerek bize ulaştığını çok bariz bir şekilde göstermektedir.

e. Âyet: يفترون على الله الكذب واكثرهم لا يعقلون (المائدة:103)
Mealist, modernist, cok bilmiş tavra sahip cenahlar tarafından bu ayete yüklenen anlam: "Nerde bir çoğunluk varsa, sapıktır!" Şeklindedir. Halbuki ayet müslümanlar arasındaki çokluktan bahsetmemekte, insanlar arasında iman getirenlerin sayısının her dönemde ekseriyet miktarına ulaşmadığını, özellikle peygamberlerin davetlerini insanlara ilan ettikleri ilk dönemlerde insanların çoğunun ilk tepki olarak inkara yöneldiklerini ifade etmektedir. Ayetin müslümanlar arasındaki çoğunluğun sapık olduğu şeklinde bir anlamı ihtiva ettiğini söylemek bizzat Kur'an'a aykırı boş, çarpık ve yoz bir yorumdur. Zira Kuran'da müslümanların çoğunluğuna uymak emredilmiştir: "Yolun doğrusu kendine apaçık belli olduktan sonra Resûlullah’a karşı çıkan ve müminlerin yolundan başkasını izleyen kimseyi saptığı yönde bırakırız ve onu cehenneme atarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir!" (Nisa Suresi, Ayet: 115).

f. Âyet: اولو كان آباؤهم لا يعقلون شيئا ولا يهتدون (البقرة:170)

Bu ayet de söz konusu cenahların çarpık operasyonuna maruz kalmıştır. Onlarca ayete yüklenen anlam: "Atalar dini şirktir, tüm atalar müşriktir!" anlamıdır. Halbuki ayette bahsedilen atalar, müşrik olan atalardır. Yani müşrik ataların şirk dini hakkında eleştiri vardır. Ama şayet atalar müslüman ve mümin ise, takip ettikleri din de İslam ve tevhid dini ise, elbetteki müslüman ataların tevhid anlayışına sahip çıkılacaktır. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor: "'Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiç bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler.'" (Yusuf Suresi, Ayet: 38).

"Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada şahidler miydiniz? O, oğullarına: 'Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?' dediğinde, 'Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler ona teslim olduk' demişlerdi." (Bakara Suresi, Ayet: 133).

İşte günümüz teolojik tartışmalarını sürdüren birçok kişi ve kesim Kur’an metnini istismar ederek, tıpkı vasat yolu yetersiz görüp ifrât ve tefrite düşen eski mezhepler veya fırkalar gibi âyetleri bağlamından koparmakta, şaz ve aykırı görüşler ileri sürmektedirler. Hâlbuki Kur’an âyetlerini yorumlamanın da bir usulü ve adâbı bulunmaktadır. Örneğin lafız veya cümlenin geçtiği bölüm, bu bölümün ve âyetlerin siyâk ve sibâkı, Kur’an’ın genel muhtevâsı, ilgili konunun özel ve genel durumları göz önünde bulundurulur, Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabenin nasıl anlayıp uyguladığı araştırılır, böyle bir dikkatli araştırma neticesinde görüş beyan edilir. Ama günümüz teolojik tartışmalarda ne yazık ki bu tür bir metodoloji takibi önemsenmemekte, alelade ve hesapsız-kitapsız yorumlar ile din anlayışları inşa edilmektedir. Sayın Hayati Aydın’ın dediği gibi “Allah Resulü'nün (s.a.s): القران ذلول ذو وجوه فا حملوه علي احسن وجوهه "Kur'ân boyun eğen, çok yönlere sahip (bir kelamdır). Siz de Kur'ân'ı en güzel yönleriyle tefsir ediniz" hadisi, Kur'ân dilinin birçok yön taşıdığını, bundan dolayı da birçok anlamlar yüklenmeye müsait olduğunu, müfsitlerin kötülük ve art niyetleri için bu yönleri kullanabileceklerini ortaya koymaktadır.

Biz de bu tür yanlış yorum ve yöntemlerden, onları kullanıp Kuranı istismar ederek çarpık ve sapık anlayışları ileri sürenlerden uzaklaşmalı, ilimde derinleşmiş ihlâslı alimlerden şaşmamalıyız.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.