Ava çıkmış adam. Mevsim kış, aniden bastıran tipi ve dondurucu soğuk ile yolunu kaybetmiş. Akşamın karanlığıyla birlikte, sığındığı mağaranın derinliklerinde iki çift göz… Kocaman taşlar yerinden oynadıktan sonra, iri bir karaltıyla yaklaşmış gözler.
Avcı doğrultmuş silahını karartıya, basmış tetiğe…
Tetik bulmuş yerini lakin silah patlamamış. Birkaç deneme de sonuçsuz kalınca, adam olduğu yere yığılıvermiş. Kendine geldiğinde, karartı başucunda bekliyormuş.
* * *
“Korkma!”demiş avcıya, kış uykusunu yarıda kesen Ayı: “Yerim sıcak, misafirim ol, sabah çıkar gidersin.”
Avcı, yarı baygın birazda korkulu ve şaşkın, takip etmiş ayı’yı. Donarak ölmektense, ayıya yem olmayı yeğlemiş.
Gerçekten de ayının ini sıcakmış. Avcıyı da aziz bir misafir gibi ağırlamış.
Sabaha doğru, ilkin büyük bir gürültü kopmuş. Ardından mağarayı bir toz dumanı kaplamış. Ayı hızlı bir şekilde koşmuş dışarı, avcıyla birlikte. Mağaranın kapısına geldiklerinde acı gerçek sırıtmış yüzlerine.
Üstlerden kopan çığ, mağarayı metrelerce karın ve taşların altında bırakmış.
“İşte şimdi öldüm!” diye söylenmiş adam: “Yaza kadar erimez bu karlar, açlıktan ölürüm...”
“Telaşlanma dostum,” demiş ayı: “Benim erzakım, bana da yeter sana da.”
Dönmüşler beraber ayının inine. Az muhabbetten sonra, avcı: “Dostum!” diye seslenmiş ayıya: “Çok acıktım. Neyse erzakın çıkarda atıştıralım.”
Ayı, sağ ayağını uzatmış avcıya doğru. Sol ayağını da ağzına götürmüş: “Kışlık erzakım ayaklarımın altı, sağı sen yala solu ben…”
Avcı, kabullenmemiş ilkin. Lakin başka çaresi de yok… Midesi ağzında başlamış, ayı'nın ayakaltını, yalamaya…
* * *
Aylarca sürüp gitmiş bu atıştırmalar. Avcıyı hayata bağlayan, açlıktan ölmekten de kurtaran bu atıştırmalar olmuş… Nihayet bir gün bahar gelmiş ve karlar erimiş. Mağaranın kapısı birkaç günlük, ortaklaşa çalışmanın ardından aydınlık dünyaya, açılmış.
Avcının, ailesine kavuşma sevdasıyla, içi içine sığmıyormuş. Ayı dostuyla, bir an önce vedalaşıp çocuklarına, köyüne doğru koşmak istiyormuş. Ayı da bunun farkındaymış. Avcı kendisinden helallik istediğinde,
“Dostum!” demiş: “Birkaç ay boyunca bana misafir oldun. Varsa hakkım sana helal olsun. Hatam, kusurum, yanlışım olmuşsa da sen afet ve hakkını helal et.”
Avcı, çiğ süt emmiş insanoğlu ya:
“Hatan, yanlışın olmadı, bu konuda sana müteşekkirim. Yalnız ayağın kokuyordu, her yalamada midem ağzıma geliyordu…” demiş. Ayı’nın rengi, dostuna olan saygısıyla, uçmuş gitmiş. Yerden aldığı hançeri tutuşturmuş avcının eline:
“Yüreğime sapla, bu hançeri, yoksa bu söz öldürür beni…” demiş.
Avcı, yaptığı hatayı anlamış anlamasına da dilediği onlarca özür işe yaramayınca, yaşlı gözlerle saplamış hançeri ayının yüreğine ve uzaklaşmış mağaradan köyüne doğru.
* * *
Aradan yıllar geçmiş. Bir ekin tarlasında karşılaşmış eski dostlar. Hasretli kucaklaşmanın ardından, avcı hal-hatır sormuş dostuna, mahcup bir şekilde.
Ayı, sitemli gözlerle bakmış dostunun yüzüne:
“Hançerin izi bile kalmadı,” demiş. “Lakin sözün sızısı hala yüreğimde...”