KURANI TAHRİF HAREKETİNİN BİR SİNSİ TUZAĞI: MEAL KARMAŞASI ÜRETME KAVGASI
Prof. Dr. M. Salih GEÇİT
Günümüzde sahabe düşmanlığından başlayıp Sünnet inkarcılığına, oradan da Kuran tahrifine giden bir hareket sinsi bir şekilde İslami ilimlerin eğitimini veren resmi ve sivil müesseseler içerisinde yürütülmektedir. Bu hareketin etkili olduğu kurumlarda ve platformlarda tefsir ve Kur'an ilimlerinde tarihselcilik, hadis ilimlerinde tasfiyecilik, Kelam ilminde Neo Mutezilizm, Fıkıh ilimlerinde sekularizasyon, İslam tarihi ilminde vahyi dışlayan bir determinizm ruhu aşılanmaktadır.
Bahsi geçen bu temâyül Sünnet ve Sünnet’e bina edilerek oluşturulan tefsir, hadis, kelâm, fıkıh gibi temel İslâmî ilimleri bu şekilde aslından koparıp hükümsüz bırakınca, başka bir ifade ile 14 asırlık ilmi silsilesinden koparıp âdeta nesh edince, onların zihin dünyasında ve dünya-ahiret görüşünde asırların ortaya koyduğu çözüm önerileri ve müşterek bilgi tecrübesi de toz toprak olmaktadır. İşte bu durumda oluşan büyük boşluğu doldurmak için kendi kişisel düşüncelerini yansıttıkları mealler yapmakta, bunları peş peşe yayınlamaktadırlar. Artık meal hazırlayıp bastırmak, bir moda halini almıştır. Ömründe herhangi bir dinî eğitim ve terbiye görmemiş, Arapçayı hiç bilmeyen şahıslar bile müstakil mealler yayınlamış bulunmaktadır. Örneğin Arapça bilip bilmediği meçhul olan Harun Yahya’nın, meal yazıcılığın ötesine geçerek, Kur’an’ı tefsir bile ettiğini şu sitesinden görebilirsiniz:
Aynı şekilde Ahmed Hulusi’nin de hazırladığı bir meal bulunmakta ve Türkiye’de en çok kullanılan meal olduğu reklamı yapılmaktadır. Bunun yanında İskender Evrenosoğlu da bir meal ve tefsir hazırlamış bulunmaktadır. Bu ve benzerlerinin Arapça bilgilerinin bağımsız bir heyet tarafından test edilmesi gerekmektedir. Mübteda ile haberi, fiil, fail, mef’ulu, hatta isim, fiil ve harfi bile birbirinden ayırt edip edemedikleri ortaya konulmalıdır. Eminim ki bu şekilde meal yazma iddiasıyla piyasayı işgal ve mesgul eden bu zevat en arapça sınavından teste tabi tutulursa sınıfta kalır.
İşte bu burada biz, meal yazıcılığının değer tanımaz, kıymet bilmez, had-hudut anlamaz bir safhaya geldiğini görmekteyiz. Dünya tarihinde ilim bu kadar değersiz duruma düşmediği gibi, cahiller bu kadar cesur bir vaziyet almamışlardır. Bu nedenle meal yazıcılığı artık karmaşıklığa, kargaşaya, anarşizme sebep olacak bir düzeye gelmiştir. Bu tür eğilimleri gördükçe, tarihteki hadis uydurmacılığı faaliyetlerinden sonra dini tahrif etmenin yeni bir metodunun keşfedildiğini iddia etmek yanlış olmaz. Bu nedenle yine sormak zorundayız: “Hadis uydurmacılığına karşı meal uydurukçuluğu mu yapılmak isteniyor yoksa?”
Bu açıklamadan sonra birkaç meal örneği vermek isteriz:
• Yaşar Nuri Öztürk’ün İniş Sıralı Kur'an- ı Kerim Meâli,
• Edip Yüksel’in Mesaj adlı Meâli,
• Muhammed Esed’in İngilizceden mütercem Meâli,
• Abdulaziz Bayındır’ın Âyetlerin Âyetler ile Açıklandığı Fıtrat Kitabı Kur'an- ı Kerim Meâli,
• Mustafa İslamoğlu’nun Hayat Kitabı Kur'an Gerekçeli Meâl-Tefsiri,
• Recep İhsan Eliaçık’ın Yaşayan Kur'an Türkçe Meâl-Tefsir.
Adı geçen her bir meal, yazarlarının kişisel görüşlerini taşıdığı gibi, parantez ve dipnotlar içerisinde on dört asırlık oturmuş dinî sabitelere karşı aykırı birçok anlam ihtiva etmektedir. Ayrıca kendi aralarında bir mukayeseye gidildiğinde tıpkı dört İncil gibi sanki farklı kitapların farklı tercümeleri gibi gözükmektedir. Konunun önemine binâen aşağıda birkaç örnek vereceğiz.
İndirilmiş Kur’an Mı? Uydurulmuş Kur’an Mı?
Bu başlığı atmamızın sebebi aşağıdaki meal ve açıklamalardır. Yukarıda adı geçen meallerin hepsi de bugüne kadar birçok tenkit ve cevaba maruz kalmıştır. Biz bunlardan birisi olarak R. İhsan Eliaçık’ın Yaşayan Kur’an Meal/Tefsir çalışmasına dair yaptığı tahrif, tebdil ve tağyir örnekleri üzerinde duracağız. Bakınız Kur’an’ı kendi re’yi, daha doğrusu hevâsı doğrultusunda yontma çabaları hangi seviyeye gelmiştir:
Kuran'da geçen “Allah katında din İslam’dır ” ayetini bir meal yazarı “ Bütün dinler İslam’dır” şekline getirmiştir. Ona göre hak din falan yok bütün dinlere eşit davranarak sanki muharref dinleri temize çıkarmaya çalışıyor.
Bu meal yazarı Kuran'da bir kaç yerde, örneğin Meryem Süresinde Hz. Meryem’in mucizevi şekilde erkek eli değmeden Hz. İsa’ya hamile kalışı beyan edilmesine rağmen tercümesinde bunu reddediyor. Öyle ya inanmak yerine aklı almadığı bir meseleyi hazmedemeyerek olayı iğrenç bir boyuta taşıyıp rey ile tefsir yapma cesaretinde bulunuyor. Bu yazarın ifadesi aynen aşağıdaki gibidir:
“Hz. Meryem’in meşru bir yoldan bir erkekle ilişkisi olmamışsa bunu iki şekilde yorumlamanın mümkün olduğunu bunlardan birincisinin nişanlısı Yusuf’tan hamile kalmış olabileceği ikincisi ise genç erkeklerin rüyalarında ihtilam olmaları gibi Hz. Meryem’in de rüyasında bir erkekle ilişkiye girdiğini görüp rahmindeki yumurtacığı harekete geçirmiş olabileceğidir. Kur’an ise bu olayı üslubu çerçevesinde nezih bir dille anlatmaktadır.” diyebilmiştir. (2/143)
Bu meal yazarlarından olan İhsan Eliaçık Kuran kavramlarına farklı açıdan yaklaşarak hiç olmayan anlamları yükleyip akidevi saplantı içerisine girmiş oluyor. Akli olarak getirdiği izahatları zorlama teviller getirerek zihinleri bulandırıyor adeta. Mesela yazar; "Ma'ruf" kavramının; “İnsanların öteden beri bildiği tanıdığı ortak ve evrensel iyilikler” anlamına geldiğini söylemektedir. (1/156) "Ameli salih" kavramı da benzer bir evrime uğramış gözükmektedir. Yazar, bu kavramı incelediği Asr suresinde; "Şu halde ameli salih; iyi güzel doğru ve faydalı olanı yapmak bunlar için çalışmak..."
Bakalım bu yazar, “şeytan” hakkında neler diyor: "Bir cins isim olan şeytan, ontolojik karşılığı bulunmayan, hali hazırda görünmeyen ve fakat etkisi hissedilen tabiattaki kötülük durumlarına isim olmuştur."
Şimdi burada şu soruyu sormak zorunda kalmıyor muyuz: Meâl Mi? Tahrifat Mı?
Eliaçık örneğinde görüldüğü gibi kişisel görüşlerini Kur’an’a söyletme çabaları, artık düşünce özgürlüğünü ve farklı fikir beyan etme hürriyetini aşıp, dinin kaynağını, dolayısıyla dini bozma, yıkma, tahrîf, tebdîl ve tağyîr etme aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Bu konuda bir kaç örneği daha Eliaçık’tan vereceğiz:
“Aslında şeytan ve iblis diye bir şey yok” diyor yazarımız. "Peki, ne var?" sorusuna da: “Bunların tabiattaki kötülük durumları olduğunu ve kötülük temayül ve dürtüsünü temsilen insan zihninde var edildiğini” savunuyor.
Sayın Eliaçık’ın Kur'an'ı tercümesi ve meâlde kullandığı üslup ve yöntem, tamamen tutarsızlık, dil kurallarının ihlali ve anlam hatalarıyla doludur. Örnekleri inceleyip yakından görelim:
Bakara 102'de; “Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür.” mealindeki ayet yazarımızın neşterle ameliyatı sonrası: ”Kendilerini üfürükçü bezirgânlar haline getiren büyücülük ne kötüdür.” şekline dönüşmüş. Burada yazar ayetin içini, olma ihtimali çok uzak lafızlarla doldurarak güya açıklayıcı olsun diye yüz seksen derece anlamdan kayma yapıyor. Dil kurallarını çiğniyor, tercüme hatası yapıyor, bunun doğal sonucu olarak da anlamda farklılaşma peyda oluyor. Büyük bir üslûp hatası, bunu bilinçli yaptığı için kelimelerin yerini değiştiriyor tebdil yapıyor, tebdil tağyire yani orijinallikten sapmaya dönüşüyor.
Bakara 93’te; “Hani bir zaman sizden söz almıştık ve Dağı üzerinize yükseltmiştik” ifadesi yazarın keyfi yorumuyla düzeltilerek: “Hani bir zamanlar Dağı şahit tutarak sizden söz almıştık.” haline çevriliyor, yükseltmeyi şahitlik olarak alması izah edilemeyecek bir durum, ciddiyetten ve liyakatten ne kadar uzak olduğu bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Neml suresi 82. ayet-i kerime; “…onlara yerden bir dabbe (mahlûk) çıkarırız da; o onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak iman etmemiş olduklarını, söyler.” iken, yazar bu ayeti de şöyle okuyor: “Onlara yeryüzünü canlandırıp dile getireceğiz.” şeklinde yerden çıkmayı canlandırma olarak almış,
Saffat 141'de; “gemide olanlarla karşılıklı kura çektiler” ayetini; "Aralarında çekişmişler (yani yunus (a.s) ile kavga ettiler)" şeklinde tercüme ediyor.
Müddessir 52'de; “onlardan her biri kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor” buyrulurken, yazar Eliaçık; “Her biri kendisine özel, isme yazılı davetiye istiyor.” demektedir...
Tümüyle usul, yöntem hatası gramer kuralları es geçilmiş, tebdîl, tağyîr ve tahrîf etmeye çalışmış, keyfî yorum ve tevîle dayanarak açıklamaya çalıştığı ayetleri bütünlüğünden ve bağlamından koparıp zorlama anlamlar katmış. Ayetlerin lafzi yönünü dikkate almadan lafız-mana uygunluğuna ters, orijinallikten uzak kendi görüşleri meal-tercümenin rengini yansıtmış.
Burada bir başka mealden daha örnek vermek istiyoruz. Bu meal de Hakkı Yılmaz’ın “Nüzul Sırasına Göre Necm Necm Kur’an’ın Türkçe Meali” adını verdiği “kişisel görüşler mecmuası” dır. Bu mealde Kur’ânî kelime ve kavramlar değiştirilmekte, anlam ve hükümler yozlaştırılmakta, içi boşaltılan kelime, kavram, hüküm ve ayetlere yeni anlamlar yüklenilmektedir. Örneğin sadece Alak Suresi’nde şunlar yapılmıştır: “Oku” anlamına gelen “İkra” kelimesi “öğren-öğret” diye tercüme edilmiştir. “Salat” kelimesi “malî yönden ve zihinsel açıdan destek olmak” şeklinde yeni bir tarife kavuşturulmuştur. “Takva” kelimesi “Allah’ın koruması altında olma” şeklinde tarif edilmiştir. Mealde özellikle “salat” kelimesi tercüme edilmemekte, kimse onun “namaz” adını verdiğimiz ibadet şeklinde anlamasın diye özel bir gayret gösterilmektedir. Yani meal, aslında Kur’an’ın emrettiği ibadetleri kaldırmanın ve ibahiye temayülünü geliştirmenin bir vesilesine dönüştürülmüştür.
Nûn Sûresi’nde de “Kaleme ve yazdıkları satırlara and olsun!” ayetinde geçen “وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ” “yesturûn” muzârî fiilini Arapçadaki “ustûre (أسطورة)” kelimesi ile karıştırarak “kalemi ve onların satır satır yazıp söylediklerini/efsaneleştirdiklerini kanıt getiriyorum” şeklinde tercüme etmiştir. Burada “kasem” kelimesi de “kanıt” diye ifade edilmiş, insan zihnine Hz. Peygamber’in veya Kur’an’ın kalemle yazılmış olan, yani insan ürünü olan eski efsaneleri kanıt olarak kullandığı ima edilmekte, sızdırılmaktadır. Hâlbuki Allah (c.c.) Kur’an’da Kur’an’ın masal ve efsanelerden ibaret olmadığını defalarca beyan etmiştir: “İçlerinden, (Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız. Her türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar. Hatta tartışmak üzere sana geldiklerinde inkâr edenler, “Bu (Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir şey değil” derler. (يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَآ إِلاَّ أَسَاطِيرُ الأَوَّلِينَ)”
O halde bizim burada attığımız başlık bilimsel objektiflik ve akademik nesnellikten uzak değil, bir itham ve iddiadan ibaret de değildir.
Bu tür mealleri inceleyenler onların abdest, namaz, oruç, zekât, hac, umre gibi dinî pratikleri ve taabbudî hükümleri tıpkı batınîler gibi ibadet ve amel anlamından uzaklaştırıp sembolik manalara kavuşturdukları göreceklerdir. Ayrıca Kuran Meali adı altında meal yazmayıp kendi kişisel görüşlerini Kuran şemsiyesi altında sinsice müslüman vatandaşa, genclere, nesillere tutturmak niyetinde oldukları görülmektedir. Bu nedenle bu tür iddiaların artık düşünce ve farklı yorum kapsamına alınmasının imkânının kalmadığı kanaatini taşımaktayız. Müslüman halkımızı ve Kur'an okuyucularını bunlara karşı uyarmak istiyoruz. Son olarak şunu beyan etmek istiyoruz: Kur'an'ı, Kuran mealini, Kuran tefsirini okuyalım. Ama güvendiğimiz, tanıdığımız, inanç ibadet ve amel konusunda muteber olan âlimlerin morallerini okuyalım. Bu çerçevede Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen, Hasan Tahsin Feyizli, Ali Fikri Yavuz gibi alimlerin meallerini Elmalı Hamdi Yazır 'in tefsiri olan Hak Dini Kuran Dili tefsiriyle birlikte okumayı tavsiye ederiz.