MODERNİST VE ORYANTALİST AYDINLARA SORU: AĞZINIZDAN ÇIKAN SÖZÜ KULAĞINIZ DUYUYOR MU?
Prof. Dr. M. Salih GEÇİT
Günümüzde din adına veya din hakkında konuşup yazan bazı gazeteci yazarlar, akademisyenler, sosyal medya yazarları anlamını idrak etmediği ve sonucunun nereye vardığını kavramadığı bazı şeyleri iddia etmektedirler. Bunların zan ve zehabına göre sözün anlamı önemli değil, önemli olan lafı telaffuz etmektir. Ayrıca günümüz aydını çok konuşmayı felsefe ve edebiyat sanmaktadır. Bir cümlenin felsefi olması için mantık ilminin ilkelerine uygun olmasının zorunlu olduğunu bilmedikleri gibi bir lafın edebi olması için edebiyatın ve sanatın kurallarına uygun olması gerektiğini düşünmeden bol laf, çok söz, anlamsız ve gereksiz telaffuz sarf ediyorlar. Aynı sekilde bir görüş ve düşüncenin İslami olması için Kuran, Sünnet, İcma ve Kıyasa uygun olması gerektiğini unutmuşlardır. Bilimsel objektiflik ve akademik nesnellik, ortaya atılan iddianın, söylenen sözün, keşif edilen teorinin, icat edilen yeni cihazın varacağı son noktayı tahmin edebilmeyi de gerektirmektedir. Her konuda olduğu gibi, dinî konularda da ortaya atılan iddianın ne anlama geldiği, nasıl anlaşıldığı ve nereye doğru gideceğini kestirmek gerekmektedir. Aksi takdirde düşünce ve görüş beyan etmek yerine halkın kafasını karıştırma, dinin temel esasları hakkında şüpheler uyandırma, fitne ve fesâda sebebiyet verme, toplumda ayrımcılığının zuhûruna sebep olma ve aşırı eğilimli kesimlerin zararlı bir faaliyetlere girmelerine fırsat verme gibi durumlar kaçınılmaz olur. Aşağıda bir cümlenin başlangıç aşaması ile sonucu arasında nasıl bir kayma ve sapma sürecine girdiği görülmektedir:
• Peygamberler arası üstünlük yok.
• Peygamber benim gibi insandır.
• Peygamberler gaybı bilmezler.
• Peygamberler mucize göstermezler.
• Peygamber Miraca çıkmamıştır.
• Peygamber’in İsrâ’sı mecâzî ve semboliktir.
• Mescid-i Aksa diye bir kıblemiz yoktur.
• İsrail’e karşı savaşmak caiz değil, haramdır.
• Filistin, Yahudilerin toprağıdır.
• Kudüs, İsrail’in başkentidir.
• Şam, Bizans’ın toprağıdır.
• İstanbul, Hıristiyanların vilayetidir.
İşte “Peygamberler arası üstünlük yoktur” gibi masum görünen ve düşünce, yorum, içtihat olarak ortaya atılan bir söz, zamanla kötü niyetli ve istismarcı zihniyetlerin de karışması ve yönlendirmesiyle fiilî işgallerin sözlü gerekçesi haline bile getirilebilmektedir. Bu nedenle teolojik tartışmalarda bulunurken, sadece bilimsel objektiflik ve akademik nesnellikle iktifa etmek doğru mudur, değil midir tartışmasını da yapmak gerekmektedir.
Bu konuda bir örnek daha vereceğiz:
Nereden başladık, nereye geldik!
• Mezhebe bağlılık farz değildir. : 1900-1950
• Bizler de içtihat edebiliriz. : 1950-1960
• Bizler de içtihat etmeliyiz. : 1960-1970
• Mezhep, dinde yoktur. : 1970-1980
• Mezhep İmamları da hata yapar. : 1980-1990
• Sahabeler de hata yapar, : 1990-2000
• Peygamber de hata yapar. : 2000-2010
• Vardığımız nokta: Sünnet delil değildir, uydurmadır!
Netice itibariyle tarihî süreç içerisinde bir düşüncenin 1900-2010 arasındaki 110 senede hangi sonuca vardığını görmek için de vardığımız noktadaki teolojik tartışma maddelerinden birkaç tanesini zikretmek gerekmektedir:
1. Allah, gaybı bilmez.
2. Allah’ın ilmi sınırlıdır.
3. Kuran’da da hata var! (Allah da hata yapar).
4. Allah’ın kudreti sınırlıdır.
Bu metodu daha önce oryantalistler de kullanmışlardır. Bakınız Muhammed Mustafa A’zamî, oryantalist Schacht’ın Sünnet ve İslâm Hukuku konusundaki görüşlerini özetlerken burada verdiğimiz bir süreç kendiliğinden tebârüz etmektedir:
1. Peygamber, yeni bir hukuk sistemi oluşturmayı hedeflememiştir.
2. Fıkhî ekoller “Yaşayan Sünnet” olarak ortaya çıkmışlardır.
3. Eski fıkıh ekolleri fıkhî görüşlerini otoriter bir kaynağa dayandırmak için Peygamber hakkında kasıtlı olarak çok sayıda haber uyduran muhalif grupların doğmasına sebep olmuştur.
4. Söz konusu fıkıh ekolleri muhalif grupların etkisini kırmak için kendi tutum ve öğretilerini Peygamber’e isnad edilen diğer hadislerle ifade etmişlerdir.
5. Neticede hicretten sonraki II. ve III. Asır boyunca âlimlerin tutumu, kendi ifadelerini Peygamber’in sözleriymiş gibi yansıtmaktı.
6. Bu nedenle dinî hukuk konusunda Peygamber’den rivâyet edilen hiçbir hadis sahih değildir.
7. Hadis ilmindeki isnad sisteminin tarihî hiçbir değeri yoktur.
İşte bir görüşün silsile halinde nereye varacağını düşünmeden söylemek hem bilimsellik, hem de akıllılık açısından sorunludur. Schacht’ın bu tür stratejik cümleler kullanması, ait olduğu din ve medeniyet anlayışına göre normal karşılanabilir. Ama yıllarca İslâmî ilimler sırtından geçinen, üstelik Müslüman bir toplumun dişiyle tırnağıyla elde ettiği kazancını ayırarak inşa ettiği Kur’an Kursları, İmam-Hatip Mektepleri, İlahiyat Fakültelerinden çıkan Müslüman bilim adamlarının bu tür ifadeler kullanmasının iyi niyet veya bilimsellikle açıklanacak bir durumunun olmadığı kanaatindeyiz. Bu nedenle ilim adamlarına bir kez daha diyoruz: Bir sözü sarf etmeden önce ne anlama geldiğini iyice düşünmek, sonucunun nereye varacağını dikkatli ve titizli bir şekilde kestirnek gerekir. Aksi takdirde atalarımızın dediği gibi "Kaş yapayım derken göz çıkarmış" oluruz da haberimiz olmaz, olunca da "Ba'de harabi Basra" yani Basra'nin yıkılışından sonra aklımız başımıza gelir, o zaman da "son pişmanlık fayda vermez" hikmetli atasözü tecelli edecektir!