Prof. Dr. M. Salih GEÇİT

SAHABENİN DİNDEKİ KONUMU, BİD'AT EHLİNİN SAHABE DÜŞMANLIĞI

Prof. Dr. M. Salih GEÇİT

Sahabe-i Kiram Hz. Muhammed Efendimize iman getirmiş , onun dinine sahip çıkmış, büyük fedakarlıklar yaparak İslam dininin İzzet ve şerefini korumuş, İslam tarihinin en kıymetli, en değerli, en aziz neslidir. Hz. Muhammed'in 13 senelik Mekke hayatında büyük fedakarlıklar yaparak her türlü zulme, işkenceye, fakr u zarurete tahammül etmişlerdir. Aynı şekilde Hz. Muhammed'in 10 senelik Medine hayatında Yahudi, Hıristiyan, Müşrik ve Münafık cenah ve cephelere karşı kahramanca cihad etmiş,. mücadele etmişlerdir.

Sahabe-i Kiramın dindeki emeği sadece 23 senelik nebevî dönemle sınırlı değildir. Peygamber Efendimizin vefatından sonra da Raşid Halifeler dönemi ile sonraki dönemlerde fetih hareketlerinde bulunmuş, fethedilen yerlere giderek camiler ve medreseler kurarak Kur'an, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid ilimlerini insanlara öğretmişlerdir. Hem İslâmî ilimleri, hem İslam dinine ait amelleri, hem de kalbi ve vicdanın özü olan ihlasları ile örnek bir yaşantı sürdürmüşlerdir. Bu sebeple Kuran ayetlerinde ve Hz. Muhammed'in hadislerinde sıkı sıkı tenbihlerle sahabeye sevgi ve saygı gösterilmesi emredilmiştir. Bu konudaki ayet ve hadisleri araştırmak ve öğrenmek isteyenler ilgili kaynaklara bakabilirler.

Ayet ve hadislerdeki emirlere ittiba eden aziz ümmetin faziletli alimleri sahabe konusunda son derece zengin bir literatür bırakmışlardır. Bu nedenle 14 asır boyunca sahabe bizim dini öncülerimiz, önderlerimiz, büyüklerimiz olarak telakki edilmiş, ümmet de bu telakkinin bir gerehi ve sonucu olarak evlatlarına sahabe isimleri vermişlerdir. Şöyle bir sokağa çıktığında Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin, Mus'ab, Sa'd, Said, Ebu Zerr, Bilal, Enes, Aişe , Hatice, Safiyye, Hafsa, Rukiye, Ummul Gülsüm gibi isimleri taşıyan insanları görürsünüz. Bu güzel isimler, bu ümmetin sahabeyi ne kadar yüce derecede sevdiğini göstermektedir.

Ancak ümmetin gelnine hakim olan bu edep ve terbiyeyi bid’at ehlinde görmek mümkün olmamıştır. Havaların esiri olmuş sapık düşünce ve bozuk inanca muntesip akım ve hareketler, sahabileri bir türlü sevememiş, sevmediği gibi dinen de caiz olmayan hakaretler ve küfürler yapmışlardır. Ne yazık ki onların nezdindeki kötü adet olan Sahâbe Düşmanlığı günümüzde sahih itikattan ve Ehli Sünnet ve'l-Cemaat anlayışından uzaklaşan bazı çağdaş akımlar tarafından da devam ettirilmektedir.

Kur'an ve sünnete baktığımızda sahabe nesli ile ilgili şu bilgilerin görmekteyiz:

Cenâb-ı Hak ashâbı Kur’an’da;

- Övmüş ve mûtedil bir ümmet olduklarını (Bakara, 2/143),

- Allah ve resulüne iman edip tam teslimiyet gösterdiklerini ve büyük ecir kazandıklarını (Âl-i İmrân, 3/172, 173),

- Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan razı olduğunu ve ebedî kalacakları cennetin onlar için hazırlandığını (Tevbe, 9/100) bildirmiş;

- Allah’a ve resulüne yardım eden sâdık müminler olduklarını (Haşr, 59/8),

- İhtiyaç içinde bulunmalarına rağmen başkalarını kendilerine tercih ettiklerini ve kurtuluşu hak ettiklerini (Haşr, 59/9),

- Gerçek müminler olarak bağışlanacaklarını ve âhirette cömertçe rızıklandırılacaklarını (Enfâl, 8/74) haber vermiştir.

Peygamber Efendimiz (asm) de fedakârlıklarını birlikte yaşayarak gördüğü ashaptan bahsederken onları;

- İnsanlık tarihinin en hayırlı nesli, (Buhârî, Fezailü ashabi’n-nebî, 1),

- Ümmetin en hayırlıları, (Müsned, V, 350),

- Cehennem ateşinin yakmayacağı kimseler, (Tirmizî, Menâķıb, 57),

- Cennetlikler, (Müttakī el-Hindî, XI, 539) diye tanıtmış, ayrıca;

- Ümmetin onlara ikramda bulunmasını, (Tayâlisî, s. 7),

- İyilik etmesini (Müsned, I, 26)

- Ve kendilerini çekiştirmemesini (Buhârî, Fezailü ashabi’n-nebî, 4) istemiştir.

Fazla bilgi için bakınız: https://sorularlaislamiyet.com/sahabeyi-oven-ayet-ve-hadisler-nelerdir

Müslümanların cumhuru, Sahâbe, tabiûn, selef uleması, kısacası İslâm tarihinin güzide nesli olarak Hz. Peygamber’in yolunu samimiyetle ve gayretle takip edip söz ve amellerini Kur’an ve Sünnet mihengine vurmayı öncelikli ve birincil amaç kabul eden “ilk üç nesil,” dinde tahrîf ve tağyire sebep olacak görüşleri yaymaya çalışanlara karşı ilk tavrı gösterince tabiî olarak da onların oklarının ilk hedefleri de oldular. Bu nedenle daha ilk yıllardan beri “ilk üç nesil”e karşı ta’n, sebb, tahkîr, hatta tekfîr teşebbüsleri de zühûr etti. Biz burada birkaç örnek vermekle yetineceğiz.

Mu’tezile (Kaderiyye) bu konuda kendi arasında ihtilâfa girip bir kaç gruba ayrılmıştır:

1. Vasıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd Hz. Osmân ile ona karşı çıkıp öldürenlerden bir tarafın fasık olduğunu, fasık olanın da ne mü’min, ne de kâfir olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşü ileri sürerken hangi tarafın fasık olduğu konusunda söz sarf etmeyi uygun görmemişler, tevakkuf etmişlerdir.

2. Ebu’l-Huzeyl ( el-Allaf), Hz. Osmân’ı kendi haline, onu öldürenleri de kendi hallerine havâle etmiştir.

3. el-Cübbâî ve oğlu, Hz. Osmân’a tevelli, onu katledenlerden de teberri etmişlerdir.

4. Onlardan bir gruba göre Hz. Osmân da, onu katledenler de fısk günahını işlemişlerdir. Ancak Hz. Osmân’ın işlediği fısk hali, onun öldürülmesini vacip kılan bir fısk değildir. Bu görüşte olanlara göre Hz. Osmân da, onu öldürenler de cehennemliktirler.

Şia âlimlerinin eserlerinde de bu tür tahkir ve tezyifleri aratmayacak ifadeler kullanılmaktadır. Biz burada sadece bir örnek vermekle yetineceğiz: El-Kummî (v. 381/991) de “Zâlimler Hakkında İnanç” başlığı altında şunları söyler: “Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu: “Vefatımdan sonra yerime geçecek olan Ali’ye (a.s.) haksızlık eden, sanki benim ve benden önceki nebîlerin -selâm üzerlerine olsun- peygamberliklerini inkâr etmiş demektir. Ona haksızlık edene bağlılık gösteren kimsenin ise, bizzat kendisi zalimdir... “Zulüm” kelimesinin anlamı, bir şeyi ait olmadığı bir yere koymak demektir. Bu sebepten imam olmadığı halde, imamlığını iddia eden kimse, lânetlenmiş zalimdir. Ve ehil olmayanı imamlığa oturtan kimse de lânetlenmiş zalimdir...

Ca’fer es-Sadık şöyle demiştir: “Düşmanlarımızın ve bize karşı haksızlık edenlerin (zalimlerin) küfründen şüpheye düşen kimsenin kendisi de kâfirdir.”

Ehl-i Sünnet âlimlerinden olan Bağdadî’nin ilk dönem Gulât-ı Şia gruplarından naklettikleri ifadeler de onların sahâbe düşmanlığını çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bağdâdî, Şia’nın değişik gruplarının görüşlerini şöyle zikreder: “Rafızîlerden Kamiliyye grubu Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osmân’ı tekfîr etmekle kalmamış, aynı zamanda Ebu Bekir ve Ömer’e karşı savaşmayı terk ettiğinden dolayı Hz. Ali’yi de tekfîr etmiştir.”

Haricilerin kendileri dışındakileri kâfir saydıkları, bu kâfir saydığı zümreye kendilerine katılmayan sahâbîleri de koydukları, hatta Sahâbeden Habbab b. Eret’in sahabî olan oğlu Abdullah’ı eşi ve karnındaki cenin ile birlikte öldürdükleri tarîhen sabittir.

Burada sormadan edemiyoruz: Bu sahâbe düşmanlığı neden? Günümüzdeki Sünnet düşmanlarının daha önceki sahâbe düşmanlarıyla aynı çizgi ve aynı noktaya gelmesini sağlayan bu “alâmet-i içtimaları” neden? Evet sahabe düşmanlığı üzere birleşen eski ve yeni akımların bu ortaklığı bize bir çok hakikati ifade etmektedir.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Sahabe bizim göz bebegimizdir. Dinimizi bize ulaştıran en kıymetli nesildir. Kur'an ve Sünneti bize ulaştıran en önemli halkadır. Hem ilimleriyle, hem de yaşantısıyla her konuda örnek nesildir. Bizler onların tabileriyiz. Yüce Allah'ı sevdiğimiz için Hz. Muhammed'i severiz, Hz. Peygamber Efendimizi sevdiğimiz için de sahabileri severiz. Onları sevmeyenleri de sevmeyiz, sevemeyiz.

Yazarın Diğer Yazıları