SÜNNET İNKARCILIĞININ TARİHÎ GEÇMİŞİNE KISA BİR BAKIŞ
Prof. Dr. M. Salih GEÇİT
Allah'u Teâlânın insana gönderdiği din korunmuş ve kamil şekilde Hz. Muhammed Efendimizin getirdiği İslam ile son din vasfını kazanmıştır. İslam dinini Hz. Muhammed (s.a.s) Mekke ve Medine'de insanlara tebliğ edip iletmiş, sahabileriyle birlikte tatbik edip uygulamış, eceli gelince de vefat etmiştir. Kendisinden sonra sahabiler, tabiin nesli, selef uleması, müctehid alimler, hadis, tefsir, siyer, fıkıh, kelam alimleri tarafından bizlere çok sağlam bir şekilde nakledilmiştir . Bugün elimizdeki Kuran mütevatir, yani inkarı mümkün olmayacak şekilde nesiller boyunca birbirine nakledilerek bizlere ulaşmıştır. Hz. Muhammed'in Sünnet ve hadisleri de aynı şekilde haber ve bilgi aktarma yollarının sağlamı olan isnad metoduyla bizlere çok sağlam bir şekilde aktarılmıştır. Bu nedenle bugüne kadar İslam alimleri arasında Kuran ve Sünnet konusunda çok da büyütülecek bir şüphe ve tereddüte rastlanmamıştır. İlk asırlardakı gayr-ı müslim veya onlara aldanan kısık sesli bazi şahıslar dışında itibar edilecek ilme sahip hiç kimse sünneti toptan inkar etmemiş, sağlam yollardan gelen hadislere dil uzatmamış ve uzatamamıştır.
Ancak son bir kaç asırda Avrupali Yahudi ve Hristiyan din adamları tarafından "bilim adamı" kılıfı altında İncil ve Tekrat'in tahrif edildiği iddiasına karşılık cevap verememe sendromu yüzünden Kuran ve Sünnet aleyhinde bir çok iftira icad edilip medya gücüyle dünyaya yaydırılmaktadır. Ne yazık ilmi derecesi yeterli olmayan bazı müslüman yazarlar da mal bulmuş mağribi gibi bu tür yalan ve iftiralara aldanmakta, bunların gönüllü propagandasını yapmaktadır. Bu nedenle bu yazımızda Sünnet inkarcılığının kısa bir tarihçesine değineceğiz.
Sünnet inkârcılığı tavır ve temâyülü asrımıza mahsus bir temayül değildir. Daha Sahabe-i Kirâm hayatta iken bile cılız bir vasıfta da olsa, bu tür bir temâyüle rastlanılmıştır. Ancak bu temâyül zamanla muhtelif çevrelerden destekler görerek, bazı Müslüman fırkaların anlayışlarına sızıntı yapma başarısı göstermiştir. Kaynaklarımızın bu konuda verdiği bilgileri şu maddelerde özetleyebiliriz:
a. Suyûtî’ye Göre:
• Hariciler “Hüküm, ancak Allah’ındır!” sloganını zamanla sünneti inkâra götürmüşler.
• Şia, Ehl-i beyt imamları ve sevenleri dışında, onların taraftarları olarak görmedikleri sahabelerin hadislerini kabul etmezler.
• Suyuti, “Zındıklar ve ipin ucunu iyice kaçıranlardan bir grup sünnetin delil olarak kullanılmasını inkâr etmiş, sadece Kur’an’la yetinmeyi iddia etmiştir.” der.
b. Mevdûdî’ye Göre:
• Sünnetin hücciyetini inkâr eğilimi ilk olarak hicri 2. yüzyılda çıktı.
• Evvela Hariciler bu konuyu gündeme getirdi. Hariciler Hakem olayından sonra kendilerinden görmedikleri herkese kâfir hükmü verdikleri için kâfir damgasını vurdukları Sahabe ve tabiîlerin rivâyetlerini kabul etmediler.
• Daha sonra Mu’tezile bu konuda ikinci adımı attı ve geliştirdikleri usullere aykırı gördükleri hadislerin bir kısmını onlara uyarlamak suretiyle yorumladı, bir kısmını da inkâr etti. Mu’tezilenin bir grubu Yunan Felsefesinin İslam Dünyasında yayıldığı dönemlerde usul-i hamseye uymayan hadisleri ya tevil etti, ya da mevzu ilan etti.
• 1700’lü yıllardan sonra batılı oryantalistler hadislerle ilgilenmeye başlayıp hadis inkârcılığının temellerini yeniden attılar.
• 1900’lü yıllardan itibaren Müslümanlar arasında da modern anti hadisçiler oryantalistlerin etkisinin arttığı bir dönemde hadis karşıtlığı yapmaya başladılar.
İslam alimleri bunların hepsinin cevaplarını vermişlerdir. Gelecek yazılarımızda inşallah bu cevaplara da değineceğiz.