Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Geylan’dan okulların açılmasıyla ilgili açıklama
Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Talip Geylan, "(Okulların açılması) Hiç şüphesiz bu süreci, Bilim Kurulunun tavsiye ve telkinleri tayin edecektir" dedi.
Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Talip Geylan, salgın döneminde okulların açılması ve alınacak tedbirlere ilişkin yazılı açıklama yayınladı. Pandemi sürecinde eğitime ek bütçe tahsis edilmesi gerektiğini bildiren Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Talip Geylan, "Covid-19 dolayısıyla 16 Mart tarihinde zorunlu olarak okullarımızı kapattık. Uzaktan eğitimi faaliyete geçirdik. Yeni eğitim öğretim yılına doğru giderken okulların açılması hususu yeniden tartışma konusu oldu. Fakat hala vaka sayılarını binin altına indiremedik. Bu durumda okullarımızın açılması konusu önemli bir tartışma konusu olarak gündeme gelmekte. Hiç şüphesiz bu süreci, Bilim Kurulunun tavsiye ve telkinleri tayin edecektir. Tabi biz pandemi sürecinin eğitim kısmındayız. Esas olan çocuklarımızın sağlığıdır. Her şeyin telafisi olur ama sağlığın telafisi olmaz. Bu süreç gösterdi ki; tedbirlerin alınması için de eğitime ek yatırım tahsis edilmesi gerekiyor. Hijyen tedbirleri, öğretmen atamaları, ek derslikler, teknoloji alt yapısı vb. hususlarda ek bütçe şart" ifadelerini kullandı.
Öğretmen atamalarının pandemi sürecinde daha fazla önem arz ettiğini dile getiren Geylan, şunları kaydetti:
"Pandemi sürecinde okullarımızda ikili eğitime geçileceği ifade ediliyor ama zaten ikili eğitimi veren birçok okul bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu ikili eğitim veren okullarımızın dörtlü eğitime geçmesi anlamına gelmektedir. Bu da daha fazla öğretmene ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Zaten hali hazırda öğretmene ihtiyaç varken, bu ihtiyaç ikiye katlanmıştır. Bilindiği gibi Türk Eğitim-Sen olarak her yıl ücretli öğretmen araştırması yapıyoruz. Geçtiğimiz yıl 81 il valiliğinden ücretli öğretmen sayılarına ilişkin bilgi istedik. Bu kez 81 ilin tamamından sayılar elimize ulaştı. Sendikamızın araştırmasına göre, 81 ilden gelen veriler doğrultusunda ülkemizdeki ücretli öğretmen sayısı 80 bin 583'tür. Öte yandan, norm kadro açığı ise 144 bindir. Yeni eğitim-öğretim yılının sağlıklı yürütülebilmesi için öğretmen açığının giderilmesi çok önemlidir. Derslik ve öğretmen sayısı yetersiz olursa, eğitim sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmayacaktır. Bakınız Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 2019 yılında 41 bin 379 öğretmen ataması yaptı. 2020 yılında ise 18 Mart tarihinde 20 bin öğretmen ataması gerçekleştirildi. Bu öğretmenlerimiz pandemi nedeniyle 22 Haziran tarihinde göreve başlatıldı. Yeni eğitim-öğretim döneminde de 20 bin öğretmenimiz daha göreve başlayacak. Böylece, 2020-2021 Eğitim-Öğretim Yılında 40 bin atanmış öğretmenimiz daha okullardaki yerini alacak. Ancak norm kadro açığı ve ücretli öğretmen sayısı göz önüne alındığında her yıl yapılan 40 bin atama ile sorunun çözülmediği ortadadır."
"SADECE EĞİTİME BÜTÇE İSTEMİYORUZ, TOPLUM SAĞLIĞINA DA BÜTÇE İSTİYORUZ"
Hükümetin eğitime bütçe ayırmasının dolaylı olarak toplumun sağlına bütçe ayırması demek olduğunu belirten Geylan, "Hatırlanacağı gibi geçen yıl LGS'de adrese dayalı tercihlerde çok ciddi yığılmalar oldu. Anadolu liselerine çok fazla yığılma olurken; meslek liselerinde bu sayı Anadolu liselerinin çok altında kaldı. Bu sene, 4+4+4 sisteminin semeresi olarak 500 binin üzerinde ilave öğrencimiz 9. sınıfa başlayacaktır. Bunun için derslik üretilmesi gerekir. Peki bunun için ne lazım? Bütçe lazım. Bilindiği gibi, geçen yıl Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden yüzde 20 kesintiye gitti. Geride bırakılan eğitim-öğretim yılında Milli Eğitim Bakanlığı bırakın yeni yatırımlar yapmayı ancak yüzde 70'i tamamlanmış projelere kaynak aktarabilmek durumunda kaldı. Hükümet bu konulara yoğunlaşmalıdır. Aslında bu konu sadece eğitime yatırım değildir. Toplumumuzda neredeyse 18 milyon öğrenci ve 1 milyonu aşkın çalışanın olduğu eğitim camiası ile ilişkili olmayan aile yoktur. Bu nedenle, eğitime ayrılacak bütçe aynı zamanda dolaylı olarak toplum sağlığına yatırımdır. Biz okullarda çocuklarımızın sağlığını riske etmeyecek tedbirler alacağız ki; aynı zamanda toplum sağlığına katkı sunmuş olalım. Yani sadece eğitime bütçe istemiyoruz, toplum sağlığına da bütçe istiyoruz" ifadelerini aktardı.
Milli Eğitim Bakanlığı'na pansuman tedbirler sunan Geylan, atıl kapasitenin verimli kullanılmasının önemine dikkat çekerek, "Bu yıl LGS'ye giren öğrenci sayısı da arttı. Pandemi, sınava tersine motive edici bir süreç oldu. Bilindiği gibi bu yıl ortaokuldan mezun olan ve sınava giren öğrenci oranında kayda değer bir artış var. LGS sınavında asıl problem yerleştirmelerde yaşanacaktır. 4+4+4 sisteminden dolayı 800 bin ilave öğrenci lise kapısına geldi. Milli Eğitim Bakanlığı tedbirlerin alınıp kontenjanların belirlendiğini ifade etse de ben o artışın sınava giren öğrenci sayısına orantılı bir artış olduğunu düşünmüyorum. Biz geçen sene Milli Eğitim Bakanlığı'na şöyle bir öneri getirdik; Yeterli tercih olmadığından dolayı meslek liselerimizde önemli sayıdaki okulumuzda kapasitenin altında hizmet veriyor. Bakanlığın hızlı bir şekilde derslik üretme şansı yok. O halde hangi türde ihtiyaç var ise o kadar derslik üretilmektir. Ancak bunun bir anda çözülme şansı yok. O zaman ne yapılmalı? Atıl olan kapasite verimli kullanılmalı. Bir eğitim bölgesinde kapasitesinin yani yüzde 50'nin altında eğitim hizmeti veren okul türleri birleştirilsin; açığa çıkan derslik potansiyeli o eğitim bölgesinde hangi okul türünde derslik ihtiyacı var ise ona dönüştürülsün ya da fiziki imkanları müsait olan, kapasitesinin altında öğrencisi bulunan ve boş dersliği olan okullarımıza, o eğitim bölgesinde ihtiyaç olan okul türüne ait derslikler açalım. Bunun dışında daha hızlı ve pratik çözümü yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı'na bir kez daha sesleniyorum; pansuman çözüm budur. Böylelikle devletimizin kaynaklarını verimli bir şekilde kullanmış olacağız" değerlendirmesinde bulundu.
"OKUL ÖNCESİ ZORUNLU EĞİTİM KAPSAMINA ALINMALIDIR"
Okul öncesinin zorunlu eğitim kapsamına alınmasını da isteyen Geylan, "Okul öncesi eğitimde asıl problem 4+4+4 sistemi ile birlikte gelmektedir. Hatırlanacağı gibi 4+4+4 sistemi Ömer Dinçer zamanında geldi. Onun öncesinde hükümetin programında okul öncesinin zorunlu eğitim kapsamına alınması söz konusuydu. Hatta o dönemde bu konuda belli bir başarı elde edilmiş idi. 4+4+4 sistemi gündeme geldiğinde okul öncesi bu sistemden çıkartıldı. Biz, sendika olarak o tarihte şunu önermiştik; Öğretmenlerimizin 5 yıllık ilkokul tecrübesi var. Öte yandan öğretmenlerimiz buna göre yetişmiş, müfredat ve kurumlarımız buna göre şekillenmiş, bu nedenle eğitimin 1+5+3+4 olması önerisini getirdik. Yani ilkokul 5 yıl olarak kalsın, okul öncesini zorunlu eğitim kapsamına alalım, ortaokul 3 yıl, lise ise 4 yıl olsun dedik. Maalesef, hükümet kendi hedefleri ile çelişecek şekilde o dönem 4+4+4 sitemini sunarak, okul öncesini zorunlu eğitim kapsamından çıkardı. Gelinen noktada 4 yıl olan ilkokul eğitimi bugünlerde tartışılıyor. Hükümetin de yanlışı gördüğünü, ancak politikamızı çiğnemeyelim anlayışı ile direndiğini düşünüyorum. Milli Eğitim Bakanlığı dahil olmak üzere eğitim fakültesi hocalarımız, eğitime kafa yoran ne kadar paydaş varsa, emin olun ki 5 yıllık ilkokul eğitiminin pedagojik açıdan doğru olduğunu ifade ediyorlar. Okul öncesi zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır. Çünkü, bir kısım ailelerimiz okul öncesine çocuklarını gönderiyor, bir kısım velimiz ise göndermiyor. Okul öncesi eğitim alan çocuk ile okul öncesi eğitim almayan çocuğun ilkokul birinci sınıfta hazır bulunurluk düzeyi aynı değil. Bu aslında çocuklarımıza da haksızlıktır. Dolayısıyla okul öncesi zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır" açıklamasında bulundu.
Tebliğler dergisinde yayınlananlara göre 2019 yılına ait verilen ödüllerin sendikal dağılımlarını araştırdıklarını bildiren Geylan, "2019 yılına ait Tebliğler Dergisi yayınlandığında ödüllerin daha çok yöneticilere gittiği görülüyor. Ama bunun yanı sıra önemli olan bir diğer husus da o ödülleri alanların sendikal dağılımıdır. Biz, asıl ödül alan yöneticilerin sendikal dağılımlarını araştırıyoruz. O ödüller dağıtılırken hangi performanslar ele alınmış, yoksa mensubiyetlere mi dikkat edilmiş? Asıl onun araştırmasını yapıyoruz" ifadelerini aktardı.
"EĞİTİMDE DİĞER ALANLARDAN KAT VE KAT ÖZENLİ OLUNMASI GEREKİYOR"
Liyakat ve ehliyete önem verilmediğinde eğitimdeki tahribatın uzun süreceğini vurgulayan Geylan, şu ifadeleri kullandı:
"Hatırlanacağı gibi 2014 yılında MEB Teşkilat Kanunu değiştirildi ve illerde değerlendirme komisyonu oluşturuldu. Yazılı sınavı kazanan binlerce okul müdürü bu komisyonların gayri ahlaki değerlendirmeleri ile görevden el çektirildi. Yerlerine ise yine mülakat marifeti ile ehliyetten ve liyakatten yoksun bir kısım yandaş getirildi. 2014 yılından sonra mülakat marifeti ile kul hakkı yiyerek iş başına gelen bir takım okul yöneticilerinin sınava girmeden ek bir değerlendirme formu ile bir dört yıl daha görev süresinin uzatılması sağlandı. Okullarımızın sadece yandaş olma sıfatıyla eğitim kurumlarının yöneticilik pozisyonlarını işgal edenlerden kurtarılmasının tek yolu, liyakat ve ehliyetle iş başına gelenlere emanet edilmesidir. Bakınız bir okulda, okul müdürü yetkin ve donanımlı ise öğretmenler de onun sözüne itibar eder, verimli çalışır. Dolayısıyla, eğitimde başarı elde edilir. Ama bir okulda okul müdürü yetkin, donanımlı değil ise, birtakım mensubiyetler üzerinden idareci ise öğretmenleri ve personeli motive edemez. Sayın bakan konuşmalarında; "Ehil olduğu için Kabe'nin anahtarını gayrimüslime veren medeniyetin mirasçıları olarak kenar mahalledeki okulumuza okul müdürü atayamıyoruz" dedi. Bu ibretlik bir durum tespitidir. Şimdi bu tespitin gereğini yapmak gerekir. Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, Yönetici Atama Yönetmeliği'nde yapmış olduğu birkaç değişiklik ile yazılı sınav ile idareci atamanın önünü açmıştır. Ancak sayın Bakanın MEB'in tüm kademelerinde liyakati esas alan adaletli bir sistemi tavizsiz şekilde hayata geçirmesi lazımdır. İki hafta önce yayınlanan Görevde Yükselme Yönetmeliği'nde değişiklik yapıldı. İlçe Milli Eğitim Müdürü olma şartları değiştirildi. Buna göre, yazılı sınav kazanmış olmak şartı ile iki yıl şube müdürü ya da en az dört yıl okul müdürü olma şartı getirildi. Ancak bir sendika bunu yargıya taşıdı. Bunlar, sınav başarısı ile şube müdürü ya da okul müdürü olanların ilçe müdürü olmasını istemiyor. Neden peki? Çünkü, 2014 ve sonrası süreçte atanmış olan birçok okul müdürü o sözde sendikanın talep ve tazyikleri ile atandı. Diyor ki; "Benden olanların ilçe milli eğitim müdürü olmasının önünü kesemezsiniz" Bu tablo rehabilite edilmediği sürece eğitimde tahribatın tedavisi çok uzun zaman alır. Eğitimdeki tahribat nesillere yansıyor. Eğitimde diğer alanlardan kat ve kat özenli olunması gerekiyor."
Kaynak: İHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.