Raif Medetoğlu

Raif Medetoğlu

MANEVİ BUHRANLARIMIZ ( 2)

MANEVİ BUHRANLARIMIZ ( 2)

Sözlerime bir önceki yazının devamı olarak meseleninde esasına ve ruhuna uygun bir münasebet tesis etmek suretiyle devam etmek istiyorum.

Hiç kuşkusuz;
Kendi şuuruyla, kendi ruhuyla düşünmekten ve yaşamaktan feragat eden bir cemiyeti tedavi etmenin lüzumu anlaşılmadan yarınki Türkiye'yi inşaa etmemiz mümkün değildir.

Dış kaynaklı düşünceler tarafından âdeta zihni kontrol altına alınmış ve bir papağan gibi başkasının telkinleri ile lisana gelen bireyler hiç bir zaman bu milletin omuzuna yüklenen misyona uygun bir gayenin ve idealin adamı olmadılar.
Bu aziz milletin manevi şahsiyetine muvafık bir duruş ortaya koymak onlara çok ağır geldi.
Ve hiç bir zaman, mensup olduğu milletin şerefiyle serfiraz olmayı denemediler.

Batı medeniyeti tarafından hazırlanmış hayata ait rayların üzerinde daima yürümekten haz alanların şuur altına yerleşen şaşkınlık derecesinde ki,
batı hayranlığı onları bu cemiyetin bir parçası olmaktan çok uzaklaştırmıştır.

Aynı ruh ,aynı gaye, aynı inanç, ile kalp bütünlüğü içinde millet olabilme bilincinden uzaklaşma çabasının neticesini ağır bedeller ödeyerek sürdürüyoruz.

Çok kutuplu bir topluma geçiş sürecinin başlamasıyla ile birlikte çekişmeler, didişmeler ve en nihayetinde kavgaların ateşlendiği bu sancılı coğrafya'da huzura ne kadar çok ihtiyacımızın olduğu aşikar değilmidir?

Başkasına ait bir ruhu kendi cismimizde ve başkasına ait bir felsefe'nin bu topraklarda yayılmasına vesile olduğumuz gün sıkıntılar çağlayan nehirler gibi üzerimize aktı.

Kendi kimliğimizden ve medeniyet köklerimizden uzaklaştıkça içimizdeki habis ruhlular çıkarlarını mâbudlaştırmış ,yabancı mihrakların dolgu malzemesi olmuşlardır.

Bu dış kaynaklı ideolojiler ülkemizde âdeta açık kapıdan içeri girerek medeniyet süsü verilmiş gerekçelerle heva ve heves işçiliğine kıymet atf ederek,manevi değeri olan bu topraklarda kültür işçiliği dahil olmak üzere yaygın bir ahlaksızlığı ve bozulmayı beraberinde getirmiştir.

Maalesef, yüz yıllık cumhurriyetimiz, binlerce yıllık medeniyetimizin devlet ahlâkını ve hukukunu tesis etmek yerine parti devleti olmanın ötesine geçmemiştir.
Her gelen iktidar kendi ideolojik saikleri ile devlet nizamında belirleyici bir kudret olmuştur.

Oysa ki , yaşadığımız coğrafyanın mülkiyet hakkına sahip olan ve binlerce yıllık İslam medeniyetinin varisleri olan bu toprakların müslümanları azim bir devlet tecrübesi ve birikimine sahip olmasına rağmen, bütün âlemde varlığı bilinen devlet geleneğine sırtını dönmüş ve bir başkasının tezgahında hazırlanan mezenin bir parçası olmakla övünülmüş ve iftihar edilmiştir.


Böyle bir durumun parçası olmak ,olsa olsa kendi milletine düşman olmak ile birlikte büyük bir iman zaafıdır.
Bu ahval büyük bir kırılma ve toplumsal kin ve nefret ile birlikte kalp bütünlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik bir çabaya hizmet etmiştir.

Peki ,yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim 'de geçen aşağıdaki seslenişler bizi fikir sahasında Kur'an felsefesinin ruhuna uygun bir mücadelenin ortağı olmayı ve milletimizin saadetine vesile olmayı telkin etmesine rağmen biz kendimizi nerede nasıl konumlandırdık ?

Akletmezmisiniz !
Düşünmezmisiniz!

Hitabina muhatap olan müslümanların içine düştüğü durum âdeta bir fetret dönemini ifade ediyor.
Kof bir akılla ilmi ve ahlâkı olmayan içi boş örf ve alışkanlıkları üzerinden şekillenen bir hayatın öznesi olmak ve bunu bir tercih sebebi kılmak,ve yıllarca bu duruma rıza göstermek sizce züll değilde nedir ?

Oysa ki , kültürümüzün köklerini teşkil eden İslam felsefesi düşünmeyi teşvik ile birlikte sade bir içgüdünün arkasında şuursuzca koşmayı red etmiştir.

"Ahlâkımızın sanatkârı olan akıl,ruhen ve cismen yükselmek koşuluyla Allah'ın rızası yolunda olgunlaşmış işleyen bir akıl olmalıdır"

Yabancı milletlerin hurdalıklarında ki,örfleri, kültürleri,fikirleri hiç tenkid etmeden ,yeni bir felsefi görüş olarak algılayıp akıl potasından geçirmeden ahlâk ve marifet diye benimsemek hurda çarşısında tedarik ettiğimiz bu kırıntılarla yetinmek bizi selamet yurduna ulaştırmaz.

Unutmayalım ki,felsefesi olmayan bir milletin ahlâk nizamı başka yabancı kültürlerin istilasına maruz kalır...
İşte bizim millet olarak yaşadığımız durum tamda budur.
Cemiyetimizde vücud bulmuş bizim kültürümüze ait olmayan ve bilhassa ifsad vazifesi gören hareketler hak yolunu yarmak suretiyle şeytani iştaha ile bozguncu bir toplum inşaa etmektedir.

Bu bozgunculuk ve tahrip gücü yüksek hareketlere karşı bizim adil bir nizam kurmamız ancak İslam'ın ruhu ve Kur'an'ın felsefesi ile mümkün olacaktır.

Kendi kökü ve ruhuyla barışık olmayan zihni dış kaynaklı fikirler ile bulandırılmış olanlar
ustaca üretilen yalanların sürükleyici heyecanına kapılarak politize olmuşlardır.

Maalesef söz konusu kimseler islam milletlerine binlerce yıllık düşmanlık besleyen zümrelerin iradesine dünde , bugünde işçilik yapmayı övünç kaynağı olarak tercih etmişlerdir.

En nihayetinde kültürel, siyasal ve asrın iktisadi şartları içinde kendisi olmayı başarmadan yok olup gitmeye mahkum olurlar...

Bu bakımdan millet ruhu ile bütünleşmemiş karakterler bir dönem Fransız'ın, başka bir zaman Alman'nın derken,o gidiyor yerine ingiliz'inki ,en nihayetin'de Amerika'nın kültürel ajanlığı devreye giriyor.

Sonuç olarak kabul etmeliyiz ki,
Çok kutuplu ideolojik saiklerle politize olmuş bir toplum çatışmanın, didişmenin bir parçası olmaktan kurtulamaz.

Dostlar!

Batı mütefekkirlerden alınan fikirler bizim felsefemiz değildir.
Zira onda ne bizim imanımızın,ne ahlâkımızın nede mukadderatımızın tohumları vardır.


Bizim bütün milli ahlâkımız ve yaşam felsefemiz Kur'an'ın varlığı ve verdiği derin mesajlar ile kaim olmuştur.

Kur'an Allah'ın kitabıdır.
Lakin onu anlayacak felsefe'den ve akıl'dan kâinatın muammasını çözebilen anlayış'tan uzaklaştığımız için onu hayatımızın merkezine oturtamadığımız için bugün ki buhranlarımızla baş başa kalmış milli bir birliği tesis etmeyişin hüsranını yaşıyoruz.

Elbette bizim ahiret felsefemiz olduğu gibi bir dünya görüşümüz'de olmalıdır.
Hatta bunu bütün dünya'da bir markaya dönüştürmek ciddi bir ehemmiyet arz etmektedir.

Evvelâ ;
Böyle bir görüş birliğimiz yoksa millî bir birlikten söz edemeyiz.
Kalpleri ve kafaları aynı değerler etrafında ve sevgi mihrakında birleştirmediğimiz sürece şu müşterek vatan topraklarında milli birliğe ait bir saadeti tesis etmemiz mümkün değildir.

Eğer bu birlik ahenk içinde tesis edilemezse görüşlerin çatıştığı,kalplerin çarpıştığı, bir vatanda zümreler birbirini ezer, kuvvetler birbirini kırar, gazeteler ve diğer yayın kuruluşları buradan beslenerek bütün olumsuzlukları teşhir eder.
Hatta milletin manevi şahsiyetini itibarsızlaştırmaktan hoşnut olurlar.

Ümit ve iftihar konusu olmayı beklenen gençlik böyle bir ortamda kötü emellerin bir parçası olarak kullanılan yıkıcı birer canavara dönüşerek sarhoşca vicdanları yaralamaya başlar.

Milletin kendi evlatları bugün sahada yoğun olarak karşılaştığımız gibi bütün mukaddessata düşman kesilir.


Sonuç olarak sevginin ve hürmetin olmadığı yerde nefret orada yuva yapar.
Kalplerin çarpıştığı bir toplumda hayat yaşanmaz bir hâle gelir...

Bu buhranlardan kurtulmanın yegâne yolu Kur'an'ın nurlu yoludur.

Vesselam

Bu yazı toplam 378 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Raif Medetoğlu Arşivi