SÜNNET İNKARCILIĞI TEMAYÜLÜNE KARŞI SAHABENİN TAVRI VE TEPKİSİ
Hz. Peygamber Efendimiz Mekke ve Medine hayatında 23 sene boyunca insanlara Allah'tan aldığı vahyi sunuyordu. Kendisine nazil olan Kur'an-ı Kerim'i evvela vahiy olarak telakki ettiği gibi tebliğ ediyor, sonra sözlü olarak açıklıyor, insanların zihninde ayetlerle ilgili şüphe, tereddüt, itiraz ve vehimleri gideriyor, ayrıca kendisi de tatbik ediyordu. Böylece onun söz, fiil ve takrirleriden hadis ve sünnet doğmuştu. Sahabe de ayetlerle ve Hz. Peygamber Efendimizin söz ve davranışları ile ilgili sorular soruyor, Peygamber Efendimizin onlara da cevap veriyor, böylece 23 sene boyunca Hz. Peygamberden çok şeyler öğreniyordu.
Hz. Peygamber Efendimizin vefatından sonra sahabe fetih hareketleri neticesinde dünyanın bir çok yerine dağılmıştı. Bir kısmı Mekke ve Medine'de ikamet ederken, bir çoğu da Yemen, Irak, Horasan, el-Cezire gibi bir çok beldeye gidip oralarda cami, medrese, külliye vesair kurumlar kuruyor, dini, ahlaki, idari, sosyal konularda Hz. Peygamber Efendimizden öğrendiklerini hem bilgi düzeyinde, hem de yaşayarak kendilerinden sonraki nesillere aktarıyorlardı. Bu şekilde sünnet ve hadis sahabilerden tabiilere, onlardan da müfessir, muhaddis, fukaha, mutekellim ulemaya nakletmiştir. Bu nakilde de özel yöntemler kullanılarak hadis ve sünnetin güvenilirliği konusunda çok hassas ve titiz çalışmalar yapılmış, son derece sağlam kriterler belirlenmiştir.
Buna rağmen ilk asırlardan itibaren sahabe sobrasu nesillerde bazı şüphe müptelası insanlar çıkıp, Hz. Peygamber Efendimizden nakledilen hadisler hakkında bira takım olumsuz görüşler ileri sürmüşlerdir.
Bunlara baktığımızda şöyle bir tablo görmekteyiz: Sahâbe-i Kirâm döneminde Haricîliğin, Şiîliğin ve Kaderiyenin nüvesini teşkil edecek bir eğilim baş göstermişti. Bu üç eğilim de zamanla ifrat ve tefrit seviyesine gelerek Harûriyye, Sebeiyye ve Kaderiyye şekillerine büründü. İşte bu üç eğilimin nüvelerini oluşturan söylemlerin tezâhür ettiği andan itibaren Sahâbîler tavrını ortaya koyup tepki göstermeye başladılar. Bu konuda birkaç örnek vereceğiz.
İmâm Suyûtî’nin Sünnet inkârcılığına karşı yazdığı “Miftâhu’l-Cenne fi İ’tisâm bi’s-Sünne” adlı kitabında şu rivâyet geçmektedir: “İmran b. Husayn (r.a), şefaatle ilgili bir hadis zikreder. Birisi “Siz bize hadis anlatıyorsunuz. Fakat biz bunları Kur’an’da görmüyoruz!” der. İmran (r.a.), ona: “Sen Kur’an’ı okudun mu? der. O da “Evet!” der. İmran (r.a.), ona dört soru sorar:
1. Kur’an’da namaz vakitleri ve rekât sayısını gördün mü?
2. Kur’an’da hangi maldan ne kadar zekât verileceğini gördün mü?
3. Kur’an “Beyt-i atiki tavaf edin!” der. Nasıl tavaf edileceği var mı?
4. Şigâr nikâhının hükmü var mı?
Adam da: “Hayır!” deyince Sahabi şöyle cevap verir: “Bunları Rasulullah bize anlattı. Biz de size anlatıyoruz. Sizin bilginizin olmadığı ama bizim öğrendiğimiz daha başka şeyler de var.” Sahabi bunları söylerken şu ayeti de okur: “Peygamber size neyi verdiyse alın, sizi neden engelledi ise terk edin!”
Bu konuda zikredilecek bir diğer hadis de şudur: “Yahya b. Ya’mer dedi ki: Ma’bed el-Cühenî burada yani Basra’da kaderden bahseden ilk kişiydi. Yahya b. Ya’mer ile Humeyd b. Abdirrahmân beraberce hac veya umre yapmak üzere Medine’ye gittiklerinde “Keşke Resulullah’ın Sahâbelerinden biriyle karşılaşsaydık da bu konuyu ona sorsaydık” diye söyleştiler. Yahya diyor ki: “Bir de baktık ki Abdullah b. Ömer (r.a) bize rast geldi. Mescide girdi ve biz onun etrafına toplandık. Birimiz onun sağında, diğeri de solundaydı. Ben arkadaşımın konuşacağını düşünürken o da beni bekliyordu. Lafa girdim ve “Ey Ebâ Abdirrahmân, muhakkak ki bizden önce Kur’an okuyan, ilimle meşgul olan bir takım topluluklar çıkmıştır. Onlar kaderin olmadığını iddia etmekte, işlerin istekle olduğunu söylemektedirler. İbn Ömer (r.a) dedi ki:
“Onlarla karşılaştığınız zaman, onlara benim onlardan beri olduğum, onların da benden beri olduğu haberini verin. Abdullah’ın kendisiyle yemin ettiği Allah’a yemin olsun ki, şayet onların her birisinin Uhud Dağı kadar altını olsa ve hepsini infâk etseler, kadere îmân getirmedikçe Allah (c.c.) onun bu infakını kabul etmeyecektir.”
Bu iki hadisten de anlaşıldığı gibi İslâm ümmeti arasındaki teolojik tartışmaları başlatarak, halkın aklını karıştıran ve şüphe uyandıran kişilere karşı sahâbîler tavır takınmışlardır. Hatta İbn Ömer’in (r.a) sözlerinden anlaşıldığı gibi onlardan teberru bile etmişlerdir.
Bu örneklerde görüldüğü üzere sahabe Hz. Peygamber Efendimizin hadislerini sonraki nesillere aktarmak için çok dikkatli davranmış, ulema da bu konuda son derece titiz çalışma ve gayretlere imza atmışlardır. Böylece dinimizi tahrif etmek isteyen ve bazı uydurmaları hadis diye dine sokmak isteyen fesat ocaklarına izin vermemişlerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.